Herkese mutlu pazarlar, bugün 10 Mayıs Pazar, Anneler günü,
yazımı okuyan tüm annelerin ve anne adaylarının anneler gününü kutlayarak
yazıma başlamak istiyorum. Sözü daha fazla uzatmadan hemen yazıma döneyim. Size
kısaca, dün yaşadığım bir tecrübeyi anlatmak istiyorum.

09 Mayıs Cumartesi Günü Galatasaray Lisesi’nin ev sahipliğinde,
Metlife şirketinin sponsorluk yaptığı “Sosyal İnovasyon Kampı” programına 8 okulun yanında biz de, çalıştığım okulu temsilen 10 öğrencimle birlikte katıldık. Yarışma
içeriği kısaca şöyleydi: Her öğrenci bir gruba katıldı ve her grubun sosyal bir
meselede çözüm üretecek şirket tasarlanması istendi. Her grubun başına atanmış
bir danışman eşliğinde öğrenciler saat 16.00’a kadar şirketlerini oluşturdular.
Hedeflerini, amaçlarını, şirketlerinin çalışma esaslarını oluşturan öğrenciler,
saat 16.00’da jüri karşısında 3’er dakikalık bir sunum yaptılar. Sonunda ise
jüri üyelerinin sordukları soruları cevapladılar. Jüri üyelerinin arasında
kimler yoktu ki: “İletişim uzmanları, Banka Genel Müdürleri, Ali Sabancı’nın
danışmanı vs.”
Oldukça zorlu geçen sunumların ardından bir grup birinci
oldu ve yarışmaya katılan her bir öğrenciye katılım sertifikası vererek bizleri
uğurladılar.
Bu yarışmada aldığım birkaç notu sizinle paylaşmak
istiyorum.
1. Bu gençlere, bizler ağırlık yapıyoruz.
Bir balonun uçması için ağırlıklarını
bırakması gereklidir. Öğrencilerimiz de adeta, balonlar gibi uçmak için hazır
bekliyorlar ama bu sistem uçmasınlar diye elinden gelen
ağırlığı yapıyor. Bu program neticesinde gördüğüm şu oldu: “ Henüz yeni
tanışmış gençler, hemen kaynaşarak bir problem karşısında fikir birliği
yapabiliyorlar ve sonuca mükemmel biçimde katkı sağlıyorlar.” Dinlediğim her
grup karşısında açıkçası büyülendim. Her grup sahneden inince “ – evet,
kesinlikle bunlar birinci olmalı” dedim.
Sanki yıllardır bu işi yapan iş adamları gibi şirketlerini savundular.
Gerçekten de belli bir amaç etrafında toplanan bu gençlerin enerjilerini
görmenizi isterdim.
2. Öz kaynaklarımızı maalesef boşa harcıyoruz.
Projeyi oluşturmak için tek ihtiyaç
duydukları bir bilgisayar ve internet oldu. Fikirlerini internetten
araştırdılar. Daha önce bu konuda yapılan bir çalışma varsa onu incelediler. O
çalışmaların hangi yönlerini geliştirebileceklerini hesapladılar. Ve sonunda
gerçekten de ortaya muazzam bir iş çıktı. Şimdi hemen hepimizin elinde bir bilgisayar
bulunuyor ya da tablet veya akıllı telefon. İnterneti olmayan neredeyse hiç
kimse kalmadı. Ama bizler ne yapıyoruz? Bu soruyu sizlere soruyorum: “Ne
yapıyorsunuz?”
Şimdi bizler, başta öğretmenleri olarak
gençlere doğru bir amaç verebilsek ve onları bu amaç doğrultusunda yönlendirsek,
eminim neticesinde ortaya hayal bile edemeyeceğimiz muhteşem işler çıkacaktır. Yeter
ki kaynaklarımızı boşa harcamayalım. Bu işte herkese çok iş düşüyor, hepimiz
elimizi taşın altına koymalıyız. Onları oyalamak yerine acilen sonuca götürecek
hamleler yapmalıyız.
3. İş dünyasından kopuk bir eğitim sadece
zaman kaybıdır.
Neden okuyoruz, eğitim alıyoruz? Bu soruyu
hemen her gün öğrencilerimden duyuyorum. Elbette ki onları gerçek dünyaya,
kendi ayakları üzerinde durabilecekleri bir biçimde hazırlamak için
çalışıyoruz. Peki, bu ne kadar başarılı oluyor?
İşte sorulması gereken soru tam olarak bu?
Bizim sistemimiz -maalesef- gerçeklerden
kopuk bir biçimde işliyor. İş dünyasından, gerçek hayattan kopuk bir biçimde sistemi
işletiyoruz. Ülkemizde kaç tane genç girişimcimiz bulunuyor ya da şöyle sorayım
genç olmasa da kaç tane girişimcimiz var? Farklı bir şeyler yapmak için
çabalayan ne kadar insan bulunuyor? Bir ülkenin gelişmişliği ancak iş
dünyasının gelişmesine bağlıdır. Eğer herkes devlet memuru olmayı hayal ederse
kim bu ülke adına kazanacak? Kendimize lütfen bu soruları soralım ve başta biz
öğretmenler olmak üzere, anneler, babalar, gençler bu mesele karşısında nasıl
bir tavır takınmalıyız? Bunu araştıralım.
Sedat
YILMAZ
Eğitim Danışmanı