25 Ağustos 2016 Perşembe

Bir Eşit Ağırlık Öğrencisi Olarak Matematik Dersiyle Olan Sınavım :)

Bu başlığı açmamın temel sebebi, yıllardır gerek derslerine girdiğim öğrencilerim olsun gerek özelden bana mail, whatsapp mesajı vs. ile mesaj atan öğrencilerimin şikayetleridir. "Hocam, matematik zor bir ders, yapamıyorum. Hemen dikkatim dağılıyor. Soruyu çözemediğim de moralim bozuluyor. Çalışmayı bırakıyorum"
Ben, Türk dili ve edebiyatı öğretmeniyim. Lisede de eşit ağırlık öğrencisiydim. Sınava girdiğim sene matematik dersinden 45 soru çıkıyordu ve ben sınavda 33 soru yapmıştım. Matematiği 0 (sıfır) bir öğrenci olarak nasıl bu başarıyı elde ettim size, kısaca bu serüvenimi anlatmak istiyorum. ( Matematik öğretmenlerinin genellikle, matematiği zayıf bir öğrenciyi anlamamasının sebebi sanırım hayatında hiç bir zaman matematik dersinde zayıf kalmış olmamasıdır, diye düşünüyorum. Yani kısacası damdan düşenin halinden damdan düşen anlayacaktır, kanaatindeyim.)
Lisede matematik derslerinde genellikle dersleri sıkı takip eder ama çoğunlukla dersleri anlamakta çok zorlanırdım. Malum üniversite sınavı gelip çatınca da en büyük kabus olarak karşıma matematik çıktı. Bir sürü konu var. Hemen hepsi birbiriyle bağlantılı, birisini anlamayınca da diğeri olmuyor. Konular çok hızlı ilerliyor ve ben takip etmekte zorlanıyorum. Önceleri doğal olarak moralim gerçekten de çok bozuldu. Türkçe ve sosyal derslerinde ne kadar iyi olsam da matematik yapamadığım için istediğim puanı bir türlü yakalayamıyordum. İşte o an bir yol ayrımında olduğumu fark ettim ya devam edecektim  ya pes edecektim. Devam etmeye karar verdim. Şimdi neler yaptım size kısaca onu anlatayım.
İlk olarak, önüme geçen senelerde çıkan matematik soru dağılımını aldım ve hangi konudan kaç soru çıkıyor, bunu tespit ettim.
Hangi konunun hangi konuyla bağlantılı olduğunu, bir konuyu anlamak için hangi konuyu anlamam gerektiğini ve bu konudan geçen senelerde kaç soru çıktığını tespit ettim. Karşıma çıkan tabloda derslerin karşılarına 1-3 arasında bir puan verdim. 1- hiç bilmiyorum, kendi başıma yapamam  2-kendi başıma çalışarak yapabilirim 3- konuyu biliyorum, direkt olarak soru çözmeye başlayabilirim, demekti.
Çıkan sonuç ise şöyleydi: tablodaki derslerin büyük bir kısmı 1'den, az bir kısmı 2'den, çok az bir kısmı da 3'ten oluşuyordu.
1 dediğim konuların önceliklerine baktım. Hangi konuyla ilgiliydi ve kaç soru çıkıyordu. Sonra 2 ve 3 dediğim dersleri de bu sıralamaya sokarak bir çalışma programı oluşturdum. Öncelik listem hazırdı. Ve kendime bir hedef koydum. İmkansız bir hedef olmayacaktı. Çok küçük bir hedefte olmayacaktı. Kişi kendisinin en iyi doktorudur derler ya kendimi en iyi tanıyan yine bendim ve ne kadar soru yapabileceğime yine ben karar vermeliydim. Hedefimi de belirlemiştim. Şimdi sıra teorik olarak planladığım bu eylem planını hayata geçirmeye gelmişti.
Sayısal sınıfta okuyan çok yakın bir arkadaşıma gittim ve konuyu açtım. Ondan yardım istedim. Onun da çok hoşuna gitti, çünkü tekrar etmek ona da çok iyi gelecekti. Önüne listeyi koydum ve bana yardımcı olabileceği dersleri belirledik. Onun eksik kaldığı konularda da okuldaki, dershanedeki öğretmenlerimden birebir ders talep ettim. Ama bir çok konuyu arkadaşımla halledebilecektik. Haftalık, aylık ve yıllık bir program oluşturdum. Şu kadar süre konu çalışacak akabinde test çözecek sonrasında da diğer konuya geçecektim. Bu belirlediğim plana sonuna kadar sadık kaldım. ( Ne zaman plandan uzaklaşsam kendi kendime cezalar verdim, planladığımdan öne geçtiğimde de küçük ödüller verdim kendime) Bir süre sonra kendi başıma da bazı konuları yapabildiğimi fark ettim. Denemelerde de matematik netlerim artmaya başlayınca bir öz güven oluştu ve motivasyonumu artırdı.
Sonuç mu? Sonuç olarak üniversite sınavında istediğim başarıyı fazlasıyla ( +3 soru) elde etmiştim.
Sizi sıkmamak için fazla detaya girmedim. Ama aşağı yukarı sizler de kendi planınızı yaparsanız emin olun başarmamak için hiç bir sebebiniz kalmayacaktır.
Umarım bu başımdan geçen kısa hikaye, sizlere de bir yol haritası oluşturmanızda fayda eder. Şimdiden bol şans diliyor, kolay gelsin diyorum.

28 Temmuz 2016 Perşembe

ŞİMDİ "TERCİH" ZAMANI !

Tercih döneminde sona geldik. Artık öğrencilerimiz tercihlerini yapacak ve bu tercihlere bağlı üniversitelerdeki bölümlerine yerleştirilerek, hayatlarını şekillendirmeye başlayacaklar. Her sene milyonlarca öğrencinin kaderini şekillendiren bu sınav sistemi, bu sene de kimisini mutlu etti kimisini de haliyle üzdü. Kimi çalıştıklarının karşılığını misliyle aldı kimisi çalıştığı nispette bir karşılık bulamadı. Ama yine de iyisiyle kötüsüyle bir sınav maratonunu daha geride bırakıyoruz ve “önümüzdeki maçlara bakmak” şiarıyla yola devam edeceğiz.
Ülkemiz çok zor günlerden geçiyor. Bu zor günlerde bir de böyle zor kararlar almak haliyle öğrenciler için oldukça yıpratıcı bir süreç. Ama inşallah bu karanlık günlerin üstesinden de birlikte geleceğiz. Bu süreç bize gösterdi ki daha fazla çalışmaya ihtiyacımız var. 3. Sınıf ülkeler gibi olmamak için topyekûn ülkemize sahip çıkacağız ve eskisinden daha fazla çalışacağız.
Tercihlerde Hayaller mi Hakikatler mi?
Bir hedefiniz var; fakat maalesef hedefinizi yakalayacağınız bir puan alamadınız. O halde ne yapacaksınız? Önünüzde iki tercih var. Ya her şeye rağmen tercih yapacak ve istemediğiniz bir bölüme gideceksiniz ve kaderinizi bu şekilde tayin edeceksiniz. Ya da idealist olup bekleyecek bir sene daha hazırlanarak istediğiniz bölümü kazanmak adına gayret göstereceksiniz. Ben sizlere her ikisinin de dilim döndüğünce zorluklarından bahsetmek istiyorum bugün.
1.       İstemediğimiz bir bölümü tercih ettik. Ne olacak?
Öncelikle önyargılı olmayalım. Malum ülkemiz eğitim sistemi temelden yönlendirme esasına uygun çalışmadığı için, gideceğiniz bölümün size uygun olup olmadığını ancak gittiğinizde anlayabilirsiniz. Her sene onlarca doktor adayı tıp fakültelerinin kendilerine uygun olmadığını görerek kayıtlarını alıyor. Bu gerçeği de unutmayalım. Evet, tercihinizi yaptınız. Okula başladınız aradan 6 ay 1 yıl gibi bir zaman geçti. Ve fark ettiniz ki bu bölüm sizin için uygun. O zaman sorun yok. Ne mutlu size ki zarar edeceğiniz bir ortamdan karla çıktınız. Gelelim ikinci ihtimale gittiğiniz bölümü beğenmediniz. Size uygun olmadığına karar verdiniz. Burada da karşınıza iki yol çıkıyor. Ya bölümü bırakıp tekrar sınava hazırlanmak ya da kendinize burada okurken aynı zamanda 2. Bir üniversite ya da yan dal- hatta çift anadal programı da olabilir- seçerek alan değişikliğine yönelmek. Unutmayın ki okuduğu bölümden mezun olan öğrencilerin birçoğu kendi alanında çalışmıyor. Çalışmak zorunda da değil. O nedenle, her şey bitmiş gibi bir sendroma kapılmak size sadece zarar getirecektir.
2.       Bir sene daha beklemek istiyorum? Nasıl yapmalıyım?
Bu süreç tahmin edildiği kadar kolay bir süreç değildir, öncelikle bundan bahsedeyim size. Örgün eğitim dışında artık daha fazla serbest zamanınızın olduğu bir süreçten bahsediyorum çünkü. Zaman yönetimini ve doğal olarak da kişisel başarıyı hedeflemek ana gayeniz olmalı. Birçok öğrencinin maalesef hayatlarında hiç tanımadığı bir deneyimden bahsediyorum. Eğer kendi başınıza ayaklarınızın üzerinde duramazsanız, bu süreçte kaybolmamanız işten bile değil. Maalesef oranlar gösteriyor ki 2. Sene hazırlanan öğrencilerin %75-80’ini istedikleri bölümlere giremiyor. Hatta çok büyük bir kısmı ilk sene aldığı puanı alıyor. Ama tabi ki de bu, şu demek değil: “İkinci sene hazırlanan kimse başarılı olamaz.”
Burada öğrencinin önemli bir karar vermesi gerekiyor. Ve sevgili öğrencilerim bu kararı siz vermelisiniz. En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir, unutmayın. Ve şimdi bir karar veremeyen, verdiği kararı uygulamakta zorlanan öğrenciler, maalesef gelecekte de bu riskleri alamadıkları için, çok büyük başarılara imza atmaktan hep kaçınıyorlar. Hayat bir karardır ve aldığınız kararı yaşamak zorundasınız. Bu süreçte elbette bizler, sizlerin yanında olacağız. Ama unutmayın ki asıl karar size aittir. Ve böyle de olmalıdır.
Sözü daha fazla uzatmayım. Belki bir nebze olsun sorularınıza cevap olmuştur ümidiyle yazdım bu yazıyı. Daha fazlası için bana direkt olarak ulaşabilirsiniz.

fsedatyilmaz@gmail.com

28 Haziran 2016 Salı

TERCİH ÖNCESİ MUTLAKA OKUYUN!

Üniversite sınavları geçen hafta pazar günü yapılan edebiyat-coğrafya sınavıyla son buldu. Şimdi yeni bir heyecan başlıyor: Üniversite Tercihi Dönemi

Hemen her sene öğrencilerin kafasını karıştıran ve maalesef yanlış tercihler yapmasına neden olabilen bir dönemden bahsediyoruz. Aslında bir üniversite tercih etmekten öte, bundan sonraki yaşamınızı tercih ediyorsunuz. Yapacağınız tercihler, iş hayatınızı ve bu da tüm yaşamınızı etkileyecektir. O nedenle, gerçekten de çok dikkatli olmak gerekli. Peki, nasıl tercih yapalım? Neleri tercih edelim?

Öncelikle şuna karar vermek gerekli, nasıl bir iş yapmak istiyorsunuz? Yapacağınız işin sınırlarını çizdikten sonra hangi bölümü okumanın, o iş hayatına daha fazla katkısı olacağına karar vermek lazım. Yapacağınız işi tercih ederken 5-10 sene sonrasını düşünerek seçmek yerinde bir karar olacaktır. Çünkü bugün başlasanız en az 4-5 sene üniversite okuyacağınız bir gerçektir. Bu nedenle de yapacağınız işin 5-10 sene sonrasını düşünmek size iş bulmayı kolaylaştıracaktır. Çağımızda artık bir işi sürekli yapmak -maalesef-çok da uygun görülmemektedir. Kişinin kendisini yetiştirmesi ve iş kollarını genişleterek ilerlemesi gerekmektedir. Çünkü her geçen gün daha iddialı ve bir o kadar kalifiyeli elemanlar yetişmektedir.

Yapacağınız işi tercih ettikten sonra, o işe ait yeterlilikler nelerdir? Çok iyi tespit etmek gerekli. Yabancı dil, yurt dışı- yurt içi staj deneyimi, bilgisayar kullanabilme yetkinliği vs vs. Bunları alt alta yazdıktan sonra bir önem sırası yapabilirsiniz. Mesela size yabancı dil çok gerekliyse, tercih edeceğiniz üniversitenin de yabancı dil politikasıyla yakından ilgilenirsiniz. 1'den 10' a kadar bir sıralama yaptıktan sonra, puanlama ölçeğine bağlı üniversiteleri değerlendirmek yerinde bir karar olacaktır. Seçeceğiniz üniversitenin aynı zamanda yan dal ve çift dal gibi programlarında işlevsel olup olmadığını iyi araştırın derim. Farklı alanlardan, disiplinlerden ders almanıza ne kadar müsaade ediyorlar? Bu sorunun cevabı gelecekte işinizi o derece kolaylaştıracaktır.

En nihayetinde ise Kampüs Üniversitesi mi Şehir Üniversitesi mi istiyorsunuz? Buna karar vermeniz gerekli. Bu süreçte öğrencilerin ihtiyaçlarına göre şekillendirilen üniversitelerde, yapacağınız tercihlerin sizin ihtiyaçlarınıza uygun olup olmadığını iyi planlamak lazım. Kampüs üniversitesi olarak tanımladığımız, genellikle şehirden uzak, bir kampüs içerisinde olan üniversiteler daha sakin bir yaşamı özleyenler için birebirdir. Burada öğrenci kendisine daha fazla zaman ayırabilir. Spordan, kütüphane hizmetlerine kadar bir çok alandan faydalanabilir. Tam tersi olarak da şehir üniversiteleri öğrencinin biraz da şehir hayatına adaptasyonunu zorunlu kılar. Her iki tip üniversitenin kendisine göre artıları ve eksileri vardır. Çok iyi değerlendirmek gereklidir.

Yine de kafasına takılanlar olursa,
sorularınıza cevap vermek için buradayım.
fsedatyilmaz@gmail.com

16 Haziran 2016 Perşembe

Bir Senenin Ardından

Bir seneyi daha bitirdik. Şimdi muhasebe yapma zamanı. Geriye dönüp geçmişte yaptıklarımızı ölçüp tartacağız. Hatalarımızdan dersler çıkarıp yolumuza daha emin adımlarla ilerlemek için çabalayacağız. Eğitim uzun süren bir sürecin meyvesidir. O nedenle sabırlı olmak ve hiç bıkmadan çalışmaya devam etmek gereklidir. Unutmamak gerekir ki eğitim, kişiyi gerçek hayata hazırladığı sürece değerini koruyacaktır. Ben kendi adıma dönüp baktığımda neler yaptığımı şöyle bir değerlendirdim ve bazı satır başlarını sizlerle de paylaşmak istedim.

Geçen 1 sene içerisinde yaptıklarımız...

1. TÜBİTAK ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ PROJE YARIŞMASI: Türk Dili ve Edebiyatı alanından hazırladığımız projemiz, Marmara Bölge 3.sü oldu. Bu süreçte öğrencilerimle birlikte oldukça verimli ve eğlenceli bir çalışma gerçekleştirdik. Ülkemizde satan popüler kitapların kelime çeşitliliğini ve bunun günlük konuşulan Türkçeye olan etkisini araştırdık.














2. DUVAR GAZETESİ: İki yıldır düzenli olarak çıkardığımız duvar gazetemizle, öğrencilerin kişisel gelişimlerine bir küçük artı katmayı hedeflediğimiz bu çalışma, sanırım hedefine ulaştı. Bir çok farklı türde yazının yayınlandığı bu gazetede, soran, sorgulayan bireylerin yetişmesi adına önemli bir farkındalık oluşturdu.











3. MÜNAZARA ÇALIŞMALARI: Bir görüş etrafında argüman geliştirmek ve geliştirdiği argümanı başka insanların önünde savunmak, hiç şüphesiz çok önemli bir kazanımdır. Bireyin kişisel gelişimi açısından hayati bir pozisyon teşkil etmektedir. Geçen 1 sene içerisinde gerek okul içi gerek okul dışında yaptığımız çalışmalar, maçların öğrencilere büyük bir farkındalık kazandırdığını düşünüyorum.






4. DESTINATION IMAGINATION: 
Türkiye’nin seçkin okullarının katıldığı dünyanın en büyük yaratıcılık yarışması olan Destination Imagination Türkiye Finalleri, bu sene 12- 13 Mart tarihlerinde Aydın’ın Kuşadası ilçesi Efes Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. 6 farklı alanda 800’den fazla takım ve 2000’den fazla öğrencinin katıldığı bu dev organizasyona, biz de 5 farklı takımla katıldık. İlkokul, ortaokul ve lise kategorilerinde yarışan öğrencilerimiz 2 gün boyunca birbirinden eğlenceli anları birlikte yaşadılar. Öğrencilerin kendilerinin hazırladıkları materyallerle ortaya koydukları yaratıcı fikirleri paylaştıkları bu turnuva sonunda okulumuz, lise kategorisinde Sosyal Sorumluluk Projesi Geliştirme alanında Türkiye 1.si ve ortaokul kategorisinde ise Teknik alanda Türkiye 2.si oldu. Mayıs ayında ABD'nin Tennessee eyaletinde
yapılan Global Final heyecanı ise bambaşka bir deneyim olarak öğrencilerin hanelerine yazıldı.







5. SARAY BOSNA KÜLTÜR GEZİSİ: Okul sadece dört duvardan ibaret bir mekan değildir. Öğrenmek için dışarı çıkıp gerçek hayatı da deneyimlemek gereklidir. Bu nedenle, öğrencilerimizle kültür gezilerine her sene çok önem veririz. Bu seneki durağımız da Saray Bosna oldu. Farklı bir kültürü ve hayatları deneyimleyerek kendilerine bir farkındalık daha kazandırmış oldular.










6. TİYATRO ÇALIŞMALARI: Gogol'un Müfettiş adlı oyununu oynadığımız bu keyifli gösteride öğrencilerle bambaşka bir deneyimi birlikte yaşadık. Biraz yorucu ama çok eğlenceli bir çalışma oldu bizler için. Emeği geçen herkesi tekrar tekrar yürekten kutluyorum.











7. ÇANAKKALE- EDİRNE KÜLTÜR GEZİSİ: Bizlere bu toprakları emanet edenleri yad etmek ve nereden, nasıl geldiğimizi unutmadan yolumuza devam edebilmek için, çok önemli bir etkinlik olarak gördüğüm bu geziden arda kalanları anlatacak ifadeleri bulmakta güçlük çekiyorum. Şüphesiz bu ülkede yaşayan her bir bireyin gidip görmesi, ziyaret etmesi gereken bir yer diye düşünüyorum.

13 Haziran 2016 Pazartesi

Amerika Seyahatimden Notlar-1

2 hafta önce çalıştığım okuldan bir grup öğrenciyle Amerika'nın Tenessee Eyaletinde bir yarışmaya katıldık. Oldukça yorucu ve bir o kadar da keyifli bir deneyim oldu bizler için.
Yarışmanın adı: Destination Imagination. Kısaca yarışmadan bahsetmek gerekirse, ABD’nin 50 eyaletinde ve 40 farklı ülkede 150 bin öğrencinin yarıştığı, dünyanın en büyük yaratıcılık, takım çalışması, çözüm geliştirme organizasyonuydu. 7 farklı alanda yapılan bu yarışmada biz de kendi kategorimizde Türkiye 1.liği elde ettik ve ülkemizi Amerika'da temsil etme hakkı kazandık.
Keyifli bir yolculuğun ardından Amerika'ya ulaştık. İlk gün otele yerleşme vs. ile geçti. Sonraki gün ise yarışmanın yapılacağı yeri gördük. Eşyalarımızı bıraktık ve yarışma için gelen diğer insanlarla tanıştık.

Oldukça sıcak kanlı ve bir o kadar da paylaşımcı olan bu insanlarla tanışmak bizler için inanılmaz bir deneyimdi. Kaç farklı ülkeden veya eyaletten insanla tanıştığımı hatırlamıyorum bile. Kendi ülkelerimizi, eğitim sistemlerimizi konuştuk. Onlara kendi ülkelerinde derslerin nasıl işlendiğini birinci ağızdan sorup öğrendim. Öğrencilerimiz farklı kültürlerden bir çok öğrenciyle tanıştı. Onlarla aralarında hediyeleştiler. Türkiye'den yanımızda getirdiğimiz Türkiye'yi simgeleyen rozetleri, anahtarlıkları değiştiler. Onlara kendi kültürleri ve yaşamları hakkında bir çok soru sorup, onların sordukları sorulara cevap verdiler.

Yine bu tanışmaların içerisinde beni en çok etkileyenlerden birisi de hiç şüphesiz Texas'lı Anne- Kız öğretmen oldu. Kızıyla birlikte öğretmenlik yapan bu kadın yıllara rağmen hala çok enerjik hala çok gençti. Onu dinledikçe ne kadar da doğru bir meslek tercih ettiğimi tekrar hatırladım. Kendisine bu enerjisini ve hala bu kadar başarılı bir öğretmen oluşunu neye bağladığını sorduğumuzda tek bir cevap verdi bize: İnovasyon. Kendimi her gün ama her gün yeniliyorum, dedi. Bu nesli anlamak ve bu nesle bir şeyler öğretmek istiyorsanız, daha sıkı çalışmamız gerektiğini söyledi. Yoksa unutulup kenarda kalmanın işten bile ol(a)mayacağının altını ısrarla vurguladı.

Yaşadıklarımızı, deneyimlerimizi- elbette- burada bir kaç satıra sığdırmaya çalışmak, o kadar da kolay olmayacak. Açıkçası ülkemizin mevcut eğitim sistemiyle -maalesef- gelişmiş ülkelerle rekabet edemeyeceğini görmek, beni gerçekten de çok üzdü. Gereksiz bilgi yığınlarından uzak, pratik hayatın sorunlarına çözüm arayan bir sistem geliştirmişler. İşinin ehli eğitmenler bu süreci yönetiyorlar. İş dünyası- akademi camiası sürecin aktif oyuncuları. Öğrenciler hem başarılı hem de bir o kadar mutlu. Geleceklerinden büyük bir umutla bahsediyorlar. Hepsinin hayali var. Özgüvenleri gerçekten de çok yüksek. İnanmışlar ve başarıyorlar. Bizim için hayal bile etmesi güç bir başarıyı istiyorlar ve bu yolda da adım adım ilerliyorlar.

Orada kendime sorduğum soruların başında: "Neden biz, bu tür bir başarıya bu kadar uzağız?" sorusu geldi. Halbuki bizler daha önce başardık. Farabiler, Biruniler, İbn Sinalar ve şimdi adını saymadığım onca bilgin, alim. Neden şimdi bunlar, bizden fersah fersah uzak ve sadece gördüğümüz, imrendiğimiz hatta özendiğimiz bir başarı olarak bizlere anlatılıyor. Kuru bilgi yığınlarından arındırılmış bir sistem oluşturup da gerçekten bir yarar elde etmeye çalışmıyoruz? Gerçekten de göremiyor muyuz, bu sistemin çoktan öldüğünü, işlevini tamamen yitirdiğini? Yaratıcılıklarının beslenme ihtiyacı olduğu bir yaşta bu çocuklara teste dayalı, kuru ezber bir eğitim sistemi dayatarak onlara ne kadar zarar verdiğimiz göremiyor muyuz?
Daha anlatacak çok şey var aslında. Ama bugün, burada hepsini bir anda tüketmek istemedim. Biraz daha sindirilmesi gereken, üstüne düşünülüp araştırılması gereken bir çok mesele var. Ama bütün yazdıklarımdan sonra hayatta kendime vazgeçmediğim bir düsturumu söyleyerek yazıma son vermek istiyorum. Asla vazgeçme, hayal et ve iste. Başarı; ancak hayal eden ve onu disiplinli bir çalışmayla götürenlerin olacaktır.

13.06.2016/ İstanbul
Sedat Yılmaz
Eğitim Danışmanı

1 Mayıs 2016 Pazar

Finlandiya'nın Başarısını Bir Amerikalının Gözünden İzlemek

Güzel bir pazar günü oturmuş gazetemi okurken, Amerikalı belgesel yapımcısı Michael Moore'un hazırlamış olduğu "Finlandiya Eğitim Sistemi Başarısını" anlatan belgeseli gördüm. Daha detaylı bilgi isteyenler, https://www.youtube.com/watch?v=54EpTVvm00A linkine bakabilirler.
Kısaca bahsetmek gerekirse Amerikan eğitim sistemiyle Finlandiya eğitim sistemini karşılaştıran bir belgesel olmuş. 1960'lı yıllarda eşit seviyelere sahip her iki ülkenin eğitim sitemi, sonraki yıllarda Finlandiya'nın lehine hızlı bir şekilde yükselme göstermiş. Bu belgeselle de Michael Moore, bu yükselişin sebeplerini araştırıyor.
Öne çıkan bir kaç başlıktan bahsetmek istiyorum.
Amerikan eğitim sistemi de Türk eğitim sistemin de olduğu gibi, kuru bilgilerin öğretildiği gerçek hayattan kopuk bilgiler yığını. Tabii ki Türk eğitim sistemiyle kıyaslanamayacak kadar ileri seviyede ama temel mantalitesi aynı. Fin eğitim sistemi ise öğrenci ve reel hayatı merkeze alarak bir sistem geliştirmiş. Ders materyalleri içerisinde bahçedeki bir ağaçtan tutun da atölyelerindeki marangozhanelere kadar varan bir çok unsuru görebiliyoruz. Fin eğitim sistemi çocukları gerçek hayata hazırlıyor. Harvard Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre öğrencilerin, onları gerçekte mutlu kılan 10 şey ve yine onları mutsuz kılan 10 şeyi sıralamaları istenmiş.Onları mutlu kılan şeylerin başında sürpriz doğum günü kutlaması, alış veriş yapmak vs. mutsuz kılanların başında ise ebeveynlerinin ölümü gibi şeyler sıralanmış. Sonra öğrencilere şu soru sorulmuş, sizce derslerde öğrendikleriniz, sizin sıraladığınız bu şeylerin kaçta kaçına etki ediyor? Sonuç: Hiçbirisine. Evet, dersler öğrencilerin gerçek hayatta karşılarına çıkabilecek hiç bir durumla mücadele etmesine müsaade etmiyor. 
Fin eğitim sistemi bu sorunu erkenden görmüş ve müfredatlarını baştan dizayn etmişler. Böylece kısa zaman içerisinde dünyada en başarılı ülke olarak adından bahsettirir hale gelmişler. Öğrencilere rağmen bir sistem geliştirmemişler. Öğrencilerin faydasına olacakları sistemin içerisine alarak, onları eğlenceli bir biçimde çocukların öğrenmesine çaba göstermişler. PISA sınavlarında malumunuz son bir kaç yılın birincisi olan ülke Finlandiya, böylece başarılarını da tescillemiş oldular. 
Peki, biz Türkiye olarak ne yapabiliriz? 
Öncelikle taklitten vazgeçmek zorundayız. Finlandiya kendi köklerine yönelerek, sorunun temelini çözerek başarıyı yakalamış. Biz ise son 200 yıldır (Tanzimat'tan beri) bir sistem arıyoruz. Kah Avrupa'ya yöneliyoruz kah Amerika'ya. Sonuç: elde var yine sıfır. Çünkü bu gömleklerin hiç birisi bizim bedenimize uygun gömlekler değil. Sağını solunu kesiyor ve üzerimize oturtmaya çalışıyoruz ama yine üzülerek söylüyorum ki son 200 yıldır bir arpa boyu yol alamadık. Unutmayalım ki, bu toprakların bağrından Mimar Sinanlar, İbn-i Sinalar, Abdullah Cevdetler ve yine niceleri yetişti. Bu topraklar verimsiz değil, sadece doğru bir şekilde işlemek gerek. Sürekli ithal ettiğimiz sistemler bizi güdük bırakıyor. Kendimize ait olana dönmedikçe de ilerleyemeyeceğiz. Mustafa Kemal'in muasır medeniyetler seviyesini gösterdiği mirasını, maalesef sadece taklit olarak algılamış bir nesil olarak, yerimizde saymak bile en büyük başarı olarak görülüyor. 
Artık "öğrenciye rağmen" olan bu sistemden ivedi vazgeçmeliyiz. Unutmayalım ki, her bir birey çok değerlidir. Bu, siz de ben de olabiliriz. Herkesin aynı başarıyı yakalamasını beklemek safdillikten öte bir beklenti olmayacaktır, açıkçası. Bugün bireylerin gelişebileceği, kendi benliklerini bulabilecekleri bir ortam yaratmak zorundayız.  Yarınlara emin adımlarla yürümek istiyorsak da değişime daha fazla gecikmeden başlamalıyız. Bunu da kendimize ait olanı küçük görmeden yarı İngilizce yarı Türkçe deyimleri kullanarak batıdan ithal edilene tapınmadan, onların da yanlışları olabileceğini kabul ederek başlamalıyız. Amerikayı yeniden keşfedelim demiyorum elbette; ama tek keşfedenlerin de Avrupalılar olmadığını unutmayalım.

Teşekkürler. 
01.05.2016

Sedat Yılmaz
Eğitim Danışmanı

24 Nisan 2016 Pazar

Yarınlarımıza Doğru Yatırım Yapmak Üzerine

Uzun zaman oldu yazamıyorum, farkındayım. Adeta kendimi bir süre nadasa çektim. Bu süre zarfında bol bol eğitim seminerlerine katıldım. Yurt içi-yurt dışı seyahatler gerçekleştirdim. Farklı okumalar yaptım. Bazen insan yazmadan önce şöyle bir demlenmeli diye düşünüyorum. Bilmiyorum hala hazır mıyım? Ama yine de bir kaç satır yazmak istedim.
Katıldığım bir çok eğitim seminerinin ana konusu: "Türk eğitim sisteminin geriliği, çağ dışı kalmış olması, artık ihtiyaçlara cevap vermiyor" oluşuydu. Evet, haklılar. Sistem çoktan öldü ve bizler de bir ölünün arkasından konuşmaktan öte işler yap(a)mıyoruz. Ama maalesef, hepimiz sadece durum tespiti yapıyoruz. Kral çıplak! diye bağıranların yine hiç birisi ortaya bir çözüm önerisi getir(e)miyor. "Sistem öldü, ihtiyaçlara cevap vermiyor"
Peki, biz ne yapalım?
Ortaya koydukları çözüm önerileri Türkiye gerçeğinden çok uzak öneriler. Sanki başka bir ülkede yaşıyorlar da bu ülkeden bihaber isteklerini sıralıyorlar. Bizleri kıyasladıkları ülkeler ABD, Japonya, Almanya, İngiltere vs. gibi sanayi devrimlerini 200 yıl öncesinde tamamlamış, ağır sanayi yatırımları yapmış, eğitim seviyelerini toplumun ciddi manada büyük bir kesimine yaymış ülkeler. Bizim ülkemizde daha geçen seneye kadar köyünde elektrik olmayan yerler vardı. (kaynak: ntvmsnbc) Allah aşkına, lütfen birileri ayağı yere basan hedefler koysun ve adım adım gerçekleştirmemiz için bizlere yol göstersin.
Yarı İngilizce yarı Türkçe terimlerle üstten üste konuşarak, Türkiye halkını aşağılayan, onlara tepeden bakan konuşmalar bizlere hiç bir fayda vermedi, vermeyecek de. Bilmem hangi ülkede yapılan araştırmaya göre Türkiye'de işler şöyleymiş, bu kadar geri kalmışız vs. vs. Hani ataların güzel bir sözü var tam yerinde, yumurta kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş.
Artık şu aşağılamaya bir son verelim. Gelin sürekli aynı haberleri ısıtıp ısıtıp önümüze koymak yerine, gerçekçi hedefler koyalım. Geçim derdi olan bir ülkeye, yüksek hedefler koyarak hepten hevesimizi kırmayalım.
Öncelikle öğrencilere aç olduğunu hissettirmekle işe başlayabiliriz, diye düşünüyorum. Malum tok ağırlamak zordur derler, karşımızdaki kitle aç olduğunun farkında bile değil. Sadece kuru bilgileri ezberlemek onları tatmin etmiyor. Onlara gerçek hayatta da işlerine yarayacak bir takım bilgileri edinebilecekleri yerleri gösterelim. Biz öğretelim demiyorum, en azından onlara bir yol gösterelim. Bir ufuk çizelim ve bu süreçte onları destekleyelim. Tabi ki öncelikle bizlerin bu farkındalığa sahip olması gerekiyor. Bildiklerimizin yeterli olmadığını, günümüzde adeta yok hükmünde olduklarını kabul etmemiz gerekiyor. Daha fazla araştırmalı, okumalı imkanlar dahilinde yeni yerler görmeliyiz. Bizler hayata at gözlüğüyle bakarsak, çevremizdekiler gözlerini bile açma zahmeti göstermeyeceklerdir. Biliyorum, söylediklerim kolay değil, farkındayım. Ama kurtardığımız tek bir deniz yıldızının bile hayatında ne kadar önemli bir yer tutacağını düşünerek bu işi yapmalıyız. Unutmayalım ki onlar bizim geleceğimiz, yarınlarımız. Daha güçlü yarınlar istiyorsak şimdiden yatırımlarımızı doğru yapmalıyız.


Teşekkürler.
24.04.2016
Sarıyer-İstanbul

18 Şubat 2016 Perşembe

10 Soruda Hukuk Fakültesi

*10 Soruda Hukuk Fakültesi
1.       Hukuk fakültesi okumak için TM’mi yoksa MF’mi seçmeliyim?
Hukuk fakülteleri TM puanı yani eşit ağırlık alanından öğrenci almaktadır. Bu nedenle, kesinlikle hukuk okumaya karar vermiş bir öğrencinin MF yani sayısal bölümde okumasına gerek yoktur. Hem gereksiz yere biyoloji, fizik, kimya çalışması gerekecektir hem de muhtemel zorluk karşısında ders notlarını düşürerek AOBP ( ağılık ortaöğretim başarı puanı) aşağı çekecektir.
2.       TM-3 soru ve puan dağılımı nedir? Kaç soru yapsam kaç puan alırım?
TM-3 soru ve puan dağılımı aşağıdaki gibidir.
YGS
                Türkçe- %15 – 40 soru                                                   
                Matematik- %10 – 40 soru
                Sosyal Bilgiler- %10 – 40 soru
                Fen bilimleri- %5 – 40 soru
                               LYS
                Edebiyat- %25 - 56 soru
                Coğrafya- %10 – 24 soru
                Matematik- %18- 50 soru
                Geometri- %7 – 30 soru
               
 PUAN HESAPLAMA CETVELİ
TABAN PUAN: 100
DERS
KAT SAYISI
TÜRKÇE
1,61
SOSYAL BİLGİLER
0,97
TEMEL MATEMATİK
1,035
FEN BİLİMLERİ
0,38
EDEBİYAT
1,96
MATEMATİK
1,57
GEOMETRİ
0,42
COĞRAFYA
1,55













3.       Hukuk fakültesi tercihinde matematik ne kadar önemlidir?
Matematik geçtiğimiz sene yapılan değişikle birlikte birinci öncelik ders olmaktan ikinci öncelikli ders olma durumuna gerilemiştir. Ama yine de hala çok önemli ve seçici bir derstir. Bu nedenle, öğrenci yapabildiği kadar matematik yapmalıdır. Bu hem puanını yükseltecektir hem de tercihini kolaylaştıracaktır. ( Yukarıdaki tablodan da görüldüğü üzere, katsayısı oldukça yüksektir. Aynı zamanda standart sapmanın matematik üzerinden daha fazla ayırt edici olduğunu unutmamak gerekli.)
Ayrıca hukuk fakültesinde soyut matematik gibi ileri derece matematik dersleri vardır. Matematiği sevmeyen, yapamayan öğrencilerin bir kez daha hukuk fakültesi tercihini düşünmesini tavsiye ederim.
4.       Günlük ne kadar ders çalışmam gerekli? Kaç soru çözsem yeterli olur?
Bu soruya öğrencinin kendisi cevap vermek durumundadır. Öncelikle öğrenci, şunu düşünmelidir : “ben hukuk fakültesini ne kadar istiyorum?” bu soruya cevap verdikten sonra, içinde bulunduğu sınıfı da göz önünde bulundurarak, kendisine bir program hazırlamalıdır. Ama şöyle bir tavsiyede bulunabilirim. Temel matematik ve Türkçe derslerinden eksiği kalmayacak kadar kısa sürede konuların halledilmesi ve soru çözümüne başlanması işleri kolaylaştıracaktır.
Soru çözümünden önce konu bitirilmelidir. Fakat biten her konuyla ilgili en az 2 farklı kaynaktan mümkünse 3-4 test çözülmelidir. Yapılamayan soruların tamamı çözdürülmeli ve diğer konuya öyle geçilmelidir.
5.       Edebiyat çalışmaya ne zaman başlamalıyım? YGS sonrası çalışmak yeterli olur mu?
YGS ile birlikte edebiyat dönemlerine de çalışmak iyi olacaktır. Alt yapı ne kadar sağlam olursa üstüne bir şeyler eklemek o kadar kolay olacaktır. Öğrenci dönemleri güzelce öğrenir, yani "Servet- i Fünun Edebiyatı" denildiğinde bunun 1896- 1901 yıllarını kapsadığını bilirse, o döneme ait özellikleri de kolayca öğrenebilecektir.
Eğer alt yapı olarak eksiği bulunmuyorsa, yani öğrenci dönemlere hâkimse, YGS’den sonra edebiyat çalışmak yeterli olacaktır. Ama öğrencinin dönemler konusunda eksiği çoksa, o halde ne kadar çalışsa da unutması o denli çabuk olacak ve yine bol hata yapacaktır.
Ben öncelikle dönemin iyice kavranmasını tavsiye ederim. Şair, eser ve özellik ezberlemesi sonrasında daha kolay olacaktır.
6.       Hukuk Fakültesi mezunları ne iş yapar?
            Hukuk fakültesi mezunları avukat, hâkim, savcı, noter, elçi ve mülki-idari amir olabilmektedir.
7.       Ben topluluk karşısında konuşamıyorum.” Yine de hukuk fakültesi okuyabilir miyim?
            Hukuk fakültesi mezunlarının topluluk karşısında konuşması gerekmemektedir. Şöyle ki, 10 yıldır çalışan bir avukatın, bir defa olsun mahkeme salonuna gitmediğini biliyorum. Hukukun birçok alt dalı bulunmaktadır. Bu nedenle, kişi kendisine uygun olan alanı seçebilmektedir.
8.       Hukuk fakültesi tercihinde özel mi yoksa devlet mi üniversitesi seçmeliyim?
             Son yıllarda özel üniversitelerin çoğalması ile özel üniversiteler, devlet üniversitelerine oranla daha fazla imkân sunmaya başladı. Bu nedenle de özel üniversitelerin tercih edilmesi halinde öğrencinin daha fazla imkâna kavuşabileceğini unutmamak gerekir. Ama diğer yandan, devlet üniversitelerinin de köklü bir geçmişi ve ismi bulunmaktadır. Bunun da öğrenci için faydalı yanları olacaktır. Özetle, tercih yapılmadan önce iyi araştırma yapılması gerekmektedir. Ön yargıları bir kenara bırakarak, imkânların en iyi şekilde değerlendirilmesi öğrencin lehine olacaktır.
9.       Yabancı dil bilmenin hukuk fakültesi için bir faydası var mıdır? Yurt dışında çalışabilir miyim? Yurt dışında hukuk okusam, Türkiye’de çalışabilir miyim?
Çoğumuz hatırlar ki, geçtiğimiz yıllarda “twitter” Türkiye tarafından kapatıldı. Bunun üzerine, twitter kendi hakkını savunabilecek bir avukat arayışına girdi. Bulması da öyle çok kolay olmamıştı.
Malumunuz, sınırlar artık sadece kâğıt üzerinde bir anlam kazanıyor. Türkiye gelişmekte olan bir ülke olarak, birçok yabancı şirketle iş yapıyor. Yine aynı zamanda ülkemizde hatrı sayılır bir yabancı nüfus yaşıyor, çalışıyor. İşte bu durumda, yabancı dil bilen bir avukatın iş imkânı her zaman daha fazla olacaktır. Ayrıca elçiliklerde çalışabilmek için de yabancı dil şartı bulunmaktadır.
Yurt dışında çalışmak için, çalışmak istediğiniz ülkenin şartlarını karşılamak zorundasınız. O ülkenin avukatlarıyla aynı bilgiye ve donanıma sahip olmanız istenmektedir. Türkiye’de hukuk okuyan birisinin, Türk hukuku ve kanunlarını öğreneceği düşünülürse, imkânsız olmamakla birlikte, yurt dışında iş bulmak kolay görünmemektedir.
Yurt dışında hukuk okumakla ilgili bir çok spekülasyon bulunmaktadır. Buna noktayı YÖK bizzat kendisi koymuştur. Öncelikle yurt dışında hukuk okumak isteyen öğrenci, o yıl Türkiye’de yapılan YGS-LYS’de ilk 150 bin içerisine girmiş olmalıdır. Aksi halde YÖK diplomasını tanımayacaktır.
Yabancı ülkeden alınan diploma iki şekilde Türkiye’de iş yapar. İlki denklik diğeri tanıma. Denklik için okuduğu üniversite diplomasını alarak Türkiye’de yapılan denklik sınavına girer. Yeterli puan alması durumunda diploması geçerli olacaktır. Tanıma ise YÖK tanıdığı, kabul ettiği bit üniversiteden mezun olma durumunda direkt olarak diplomasını tanıyacaktır.
10.   Sizce, hukuk geleceğin mesleği midir?
Tarih boyunca insanların aralarında anlaşmazlık çıkmış ve gelecekte de çıkmaya devam edecektir. Sadece insanların kendi arasında olan anlaşmazlıklar değil aynı zamanda insan-devlet, devlet-devlet arasındaki anlaşmazlıkların da çözümü için “hukuk” hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle, şimdinin ve yarının vazgeçilmez mesleği olarak hukuk fakültesini her zaman öneririm. Ama bir farkla, geçen 10 yılda bu denli hızlı değişen dünyanın düzenine ayak uydurabilecekler, gelecekte var olmaya devam edecektir. Artık klasik manadaki hiçbir iş varlığını devam ettiremeyecektir. İnovasyon her alanda olduğu gibi hukuk alanında da değişimi zorunlu kılmaktadır. Değişimin karşısında mukavemet göstermeyecek bireyler için hukuk her zaman fırsatlara çevrilecek bir bölüm olacaktır.




Sedat Yılmaz
Eğitim Danışmanı


6 Şubat 2016 Cumartesi

Elbet Bu Histeri Bitecek!

Son yıllarda Türk eğitim sistemi bir sarmalın içerisine girdi: "Sınavlar çıkmazı."
Değiştirilen sistem ve nihayetinde her yıl denenen yeni sınavlar, artık öğrencileri canından bezdirmiş halde. Çağın çok gerisinde kalan ve maalesef güncel hiç bir soruna çare bulamayan bu eğitim sisteminin ürünü olan sınavlar, inanıyorum ki yakında tedavülden kalkacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı uzun yıllardır yapılandırmacı eğitim- yenilikçi bir sistem- üzerine çalışıyor. Çok büyük ve uzun uğraşlar gerektiren bir süreç, kabul etmek gerekli. Elbette, bunun bir anda olmasını beklemek safdillik olur. Ama günü geldiğinde hiç kimse bu değişime karşı koyamayacak ve yeniliklerin karşısında, bu sistemi kabul etmek zorunda kalacak.
Peki, bizler o güne ne kadar hazırlıklıyız?
Geçenlerde okuduğum bir yazının size ana fikrinden bahsetmek istiyorum. Öğretmenlik hakkındaydı. Öğretmen kelimesinin etimolojik yapısından hareketle, nasıl yanlış bir mana yüklendiğinden bahsediyordu. Öğretmen, aslında öğrencilere farkındalık oluşturmak için onlara rehberlik eden kişi olması gerekirken, maalesef bu sistem içerisinde sadece bilgiyi aktaran kişi konumunda. Fakat bu sistem dahilinde, karşısındaki öğrenci açlığının farkında bile değil. Tok ağırlamak zordur atasözü minvalinde, istemeyen öğrenciye bir şey öğretmek hem çok güç hem de bir o kadar da can sıkıcıdır.
Öğrenciler, bu çağın çocukları yani "tablet neslinin" çocuklarıdır. Yani bilgi sadece bir kaç saniye uzağında yer alıyor onların. Tekrardan ezberi bir bilgiyi onlara aktarmak hatta bu bilgiyi ezberletmeye çalışmak, sadece kaynakların gereksiz ve bir o kadar da yanlış kullanılmasına yol açacaktır.
Her şeyden önce bu çocuklara açlıklarını hissettirmeliyiz.
Problem durumunu fark ettirmeden çocuklara çözüm yollarını göstermeye çalışmak, anlamsızca bir hareketten başka bir şey olmayacaktır. Ortada gerçekten de çok büyük bir problem var; ama maalesef öğrenciler bu durumdan bi-haber. Aileler çocukların yerine risk alıp, taşı tek başına kaldırmaya çalışıyor, çocuk da bu süreçte elini taşın altına sokmaktan bile kaçınıyor. 
Doğru hedefler belirlemek, başarıya gidecek yolda en önemli adımdır.
Çoğu öğrenciye gelecekte ne iş yapmak istiyorsun? diye sorduğumda adeta her biri ezberletilmiş gibi, "doktor, avukat ya da mühendis" diyor. Bunlar geçen yüz yılın trend meslekleri olsa da artık, günümüzde bu mesleklerin yerini daha farklı ve belki de başarılı meslek dalları aldı.  Artık günümüz "iletişim" çağı. Hangi mesleği yapacaksanız yapın yanında "iletişim" olmayan bir meslek size gelecekte kazandırmayacaktır.
Google, Facebook, Instagram vb. gibi dev şirketler geleceğe yön verecek.
Gelecek tamamen iletişim çağı olacak. Bu nedenle, şimdiden yarınlara yatırım yapmak istiyorsak kendimizi çağın gereklerine açık ve hazır olarak yetiştirmemiz gerekiyor. Yaptığınız veya yapacağınız işte vazgeçilmez olmak istiyorsanız, çağın tüm gereklerini de yerine getirmeniz gerekiyor. Bir çok şirket belki de gelecek 10 yılda tarihe karışacak. Yazılım ve kodlama bilmeyenlerin işi gerçekten de zor olacağa benziyor. Kısa zamanda iş başvurularında sadece "facebook ya da twitter" hesabınızın adını verin yeterli demeye başlayan şirketler oldu. Varın gelecek 10 yılı siz hayal edin.
Sisteme kızmak bize bir şey kazandırmaz, krizi fırsata çevirin.
Biliyorum istesek çok açığını sayar dökeriz bu sistemin. Peki, bize ya da size bunun ne kazancı olacak? Ben yerinize cevaplayayım :" Hiç bir şey"
Krizi fırsata çevirmek sizin elinizde, neler yapabilirsiniz? Size bir kaç başlıkta sıralayım.
1. Yabancı dil öğrenin. ( Konuşmak da çok önemli ama akademik olarak İngilizcenizi geliştirin. Yabancı kaynaklardan makaleler okuyun. Gelecekte yapmak istediğiniz işle alakalı yapılan çalışmaları okuyun. Günceli takip edin.)
2. Yabancı kaynaklı haber sitelerini takip edin. Mesele Rusya'daki krizi öğrenin. Ya da Çin'in para politikasını takip edin. Tüm dünyadan haberiniz olsun. Bu konuda TED TALKS işinize çok yarayacaktır.
3. Mektup arkadaşlarınız olsun. Hepinizin facebook, instagram hesabı mevcut. Oradan girin farklı ülkelerden insanlarla konuşun. Onların kültürlerini öğrenin. Merak ettiğiniz ne varsa sorun.
4. Seçeceğiniz üniversitenin ya da okuyacağınız bölümün yurt dışındaki fırsatlarını araştırın. En azından kısa bir süreliğine de olsa yurt dışı deneyimi elde etmeye çalışın.
Ve son olarak her şeyden önce KORKMAYIN- KENDİNİZE GÜVENİN!

24 Ocak 2016 Pazar

NEDEN "HIZLI OKUMA" YAPMALIYIZ?

Son günlerde en çok duyduğum soruların başında geliyor:
"- Hocam, neden hızlı okuma yapmalıyız?"
Gelişen ve değişen dünyada, son 10 yılda neredeyse hiç bir şey eskisi gibi kalmadı. Özellikle akıllı telefonların, tabletlerin, bilgisayarların bu kadar fazlalaşması ve yine bu kadar kolay ulaşılabilir olması, bu teknolojik cihazlara sahip olmayan kimseyi bırakmadı.
Bu teknolojinin mirası da bizlere, dikkat dağınıklığı ya da diğer adıyla hiperaktivite oldu. Geçen 10 yılda neredeyse 10 çocuğun 2'sinde bu duruma rastlanırken, şimdilerde sayı 6-7'ye kadar çıkmış bulunmakta maalesef.
Haliyle bu durumda öğrencilerin okuma ve anlama hızlarını geriletiyor. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, günümüzde okuma hızı geçen yıllara oranla çok daha düştü ve anlamayı da bir o kadar azalttı. Bu duruma bizzat ben de şahit olmaktayım. Öğrencilerin son yıllarda en çok şikayet ettiği derslerin başında Türkçe geliyor çünkü, neredeyse en fazla zaman harcadıkları ve yine en fazla yanlış yaptıkları ders oldu.
TEOG, YGS, ALES gibi sınavlarda okumaya yönelik soruların hem çok zaman alması hem de çok fazla yanlış yaptırması öğrencileri baya zorlamakta. Bunun önüne geçebilmek için de öğrenciler daha fazla test sorusu çözüyor fakat yine de pek bir ilerleme katedemiyorlar.
Hızlı Okuma Nedir?
Hızlı okuma, ilk defa 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Pilotların kendi uçaklarını vurmaması için, uçakların üzerindeki harfleri- stres anında da- hızlı bir biçimde okuması için denenmiş. Elde edilen başarı şaşırtıcı derecede yüksek olunca, savaş sonrasında hızlı okumaya uyarlanmıştır.
Normal (vasat) bir okur dakikada 150-200 kelime okumaktadır. Okuma hızı düştükçe -sanılanın da aksine- anlama hızı da düşecektir. (Bir çok öğrenci hızlı okunduğunda anlamadığını savunmaktadır.) Unutmayalım ki, göz hiç bir zaman beyinden daha hızlı çalışamaz.
Hızlı okuma sayesinde, anlayarak okuma hızınızı 2-3 kat geliştirerek tüm okuma sorunlarınızdan kurtulabilirsiniz. Bu sayede hem hızlı okuma yöntemlerini öğrenip hem de okuduklarınızı daha iyi anlayabilirsiniz. Etkili okuma sistemi 4 adımdan oluşup, okuyucu için okuma hızını ve okuduklarını anlama yeteneklerini geliştiren, gereksinim duyulan bilgiye hızlı bir biçimde ulaşmalarını sağlayan bir sistemdir. Uygulamanın tam anlamıyla uygulanmasıyla, 2-5 haftalık bir süre sonunda, okuyucunun hız grafiği ortalama 2-4 kat arttığı gibi, anlama yeteneği de önemli ölçüde yükselir. Bu şu anlama gelir: Hızlı okuma tekniklerini uygulayan bir okur "20 saatte 4 adet 450 sayfalık bir kitabı bitirebilir."
Peki, nasıl hızlı okuruz?
Bir eve yukarıdan bakıldığında bakış net ve kapsayıcıdır. Böyle bir durumda evin odaları bir şey ifade etmiyorken evi olduğu gibi görürüz. Tam bu noktada asıl olan bakış açısı ve onun kapladığı alandır. Aynı şekilde ağaçlık bir arazide, ağaç şekillerini ona ait yer şekillerinde ortalama ne kadar ağaç olduğunu algılayamayız. Hızımız da ifadesiz kalır, ancak bakış açımızı genişlettiğimizde (kuş bakışı) tüm bu özellikleri kavramamız daha kolay olur. Bütün, başlı başına bir tektir. Parçaların toplamı şeklindeki tarif bile yeterli bir ifade değildir. Çünkü her bütün kendisinin parçasıdır. Örneğin; sayfa sözcükler yanında bütündür, kitabın yanında parçadır. Eğer paragrafları parça olarak kabul edersek ve bu tekniklerle çalışmalarımızı hızlandırırsak yol kat ederiz.
Kısacası, okumaya yeni başlayan bir çocuğa, gün gelip de harfleri bir bütün olarak göreceği, tek tek hecelemeden okuyabileceği söylendiğindeki şaşkınlık, çoğu kimse için de "hızlı okumada" yaşanmaktadır. Hızlı okuma bir tekniktir ve çalışmayı gerektirir. İstenildiğinde çok hızlı okuyabilen öğrencilerim olduğu için sizlere, imkansızı değil yapılabiliri anlatmak istedim.

Sedat Yılmaz
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ödev vermeyelim peki, ne yapalım?

Milli Eğitim Bakanlığı yayınladığı bir genelgeyle yarı yıl tatilinde öğrencilere ödev verilmemesi gerektiğini söyledi. Genelgenin içerisinde "Yarıyıl tatilinde öğrencilerin dinlenmesi ve ikinci döneme dinlenmiş olarak gelmeleri gerektiği yönünde hatırlatma yapılarak" ödev verilmemesi gerektiği ısrarla vurgulandı.

  Peki dünyada durum nasıl? Onlar nasıl ödevler veriyorlar ya da vermiyorlar?
 - Uluslararası testlerde en başarılı olan Finlandiya’da ‘ödev vermeme yerine az ödev verme’ politikası uygulanıyor. Ülkedeki öğretmenler öğrencilere günde sadece yarım saat harcayacakları ödevler veriyor.
- Testlerde başarılı olan diğer ülkeler Japonya, Çek Cumhuriyeti ve Danimarka. Bu ülkelerde ortalama olarak haftada en az 1 saat ödev veriliyor.
- Ancak Tayland, Yunanistan ve İran gibi ülkelerin öğrencileri dünyada en fazla ev ödevi yapanların arasında olmalarına rağmen testlerde başarısız.
- ABD’de yaşları 6 ila 8 arasında değişen öğrenciler haftada 128 dakika ödev yapıyor. Ortaokul öğrencilerine ise günde 78 dakika ödev veriliyor. Buna rağmen Japon öğrenciler ABD’li öğrencilerden daha başarılı olarak biliniyor.
- İngiltere’de 5 yaşındaki öğrencilere haftada 1 saat ödev veriliyor. Ancak yaş ilerledikçe süre artıyor. 11 yaşındakiler için haftada 3 saat, 16 yaşındakiler için ise haftada 10 saat veya daha fazla ev ödevi veriliyor.
- Fransa’da ilkokul öğrencilerine ev ödevi vermek 1956 yılından bu yana yasak. Ancak yasağı dinlemeyen öğretmenler çocuklara ödev vermeye devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda bu duruma isyan eden bazı aileler yetkililere önlem alınması çağrısında bulunmuştu.
 "Ödev vermek" başarı için gerekli midir?
Ödev kelimesi ucu oldukça açık bir kavram. Bu nedenle de, öğretmenlerin bu kavram altında yaptıkları yorumlar, bazen öğrenciler için işkence haline dönüşebiliyor. Fakat anlatılan derslerin tekrar edilmemesi, öğrenmenin gerçekleşmesi önündeki en büyük engel olacağı da su götürmez bir gerçek.
Nicelik olarak değil de nitelik olarak "dolu" ödevler elbette kazanımları artıracaktır. Fakat klasik anlamda "okuduklarımızdan anladıklarımız" tarzında ödevler artık demode oldu ve öğrencinin ilgisini çekmiyor. Kabul etsek de etmesek de bu çocuklar "tablet nesli" çocukları. Bu çocuklara demode usullerle ödevler verir, eğitim yapmaya kalkışırsak bu çocukları kazanamayıp hemen hepsini kaybedeceğiz. Şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor, "Üzüm mü yemek istiyoruz? Bağcıyı mı dövmek istiyoruz?
Bir gerçek var ki, geçen 10 yıl çok şeyi değiştirdi. Şimdilerde, çok küçük yaşta çocukların bile ellerinde akıllı telefonlar ve süper hızlı internetleri bulunuyor. Bir kaç saniye içerisinde ulaşabilecekleri bir bilgiyi sormanın ve bunları ezberletmeye çalışmanın kimseye bir faydası dokunmayacak. Özetle "balık tutmayı değil, artık balık yemenin bir ihtiyaç olduğunu" çocuklarımıza fark ettirmemiz gerekiyor.
Eğitim sistemi maalesef bir "yük"
MEB'in ödevler konusunda gösterdiği bu radikal çıkışın bir benzerini de sistemin geneli için bekliyoruz. Maalesef müfredatlarımız çok yoğun. Çocuklarımız bu müfredatın altında eziliyorlar. Sonuç olarak da elde kalan yine hiçbir şey olmuyor. Kuru bilgi ezberlemekten öte, uygulamaya ve pratiğe dönük bir müfredatın uygulanması doğal olarak da klasik anlamdaki ödevleri engelleyecek ve böylece de bu şekilde bir genelgeye ihtiyaç kalmayacaktır. Tekeri patlak bir otomobille giderken arabanın başka aksamlarını eleştirmek için henüz çok erken diye düşünüyorum. Öğrencileri de sisteme dahil edebileceğimiz ve "öğrenciye rağmen" bir eğitim-öğretim yapmayacağımız gün inanıyorum ki, gelecekte bizi daha güzel ve aydınlık günler bekliyor olacaktır.
Her şeye rağmen ödev şimdilik şart görünüyor.
Öğretmenlerimiz ödev veremiyor olabilir. Ama bu ailelerin ya da çocukların bizzat takip yapmayacağı anlamına gelmiyor. 2 hafta uzun bir zaman. Sadece dinlenmek ikinci dönemin başından da 1-2 haftanın kaybolmasına neden olacaktır. Nasıl ki futbolcular devre arasında kamp yapıp antrenmalarına devam ediyorlar. Öğrencilerin de dönem arasında hem çalışarak hem de dinlenerek vakit geçirmelerini tavsiye ediyorum.

Sedat YILMAZ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

8 Ocak 2016 Cuma

Üniversite Seçiminde Hedefin Önemi Üzerine

Ülkemizde  öğrencilerin -maalesef- neredeyse tamamı üniversite sınavına girdikten sonra aldıkları puanlara göre okuyacakları bölümleri seçiyor ya da tamamen ne seçeceğini bilmeden kendilerine bir hedef belirleyerek o bölüme uygun bir çalışma sergiliyorlar. Öğrenci, gelecekte ne yapacağı mesleğin gerektirdiği yetkinlikleri biliyor ne de kendisinin de mesleğe uygun yeteneklere sahip olup olmadığını anlamadan, alelacele mesleği seçmek durumunda kalıyor ve bunun sonucunda da gelecekteki "mutsuz" ve "başarısız" bireyler olarak karşımıza çıkıyor.
Peki, "Hedef" Nasıl Belirlenir?
Öncelikle, kendinize şu soruları sormanızı istiyorum.
Ben "Ne İş" yapmak istiyorum?
Daha sonra,
Bu işi neden yapmak istiyorum?
Devamında,
Bu işi yapmak için ne gibi yeteneğe, bilgiye sahip olmam gerekli?
Bu sorduğum sorular ışığında, başta kendiniz olmak üzere karşınızda alanının uzmanı olduğunu varsaydığınız birisini ikna edecek biçimde, yazılı olarak soruları cevaplayınız.
Uzun bir yazı olmasına gerek yok. Yeter ki "ikna" edebilin.
Eğer bu sorulara tatmin edici cevaplar verebiliyorsanız, ( hatta daha da ötesi mesleği yapan birisine yazdığınız yazıyı gösterin ve fikrini alın. Bakın bakalım o kişiyi de ikna edebiliyor musunuz? ) O zaman işte, siz hazırsınız demektir-ki emin olun- işin zor kısmını çoktan hallettiniz.
Şimdi, gelelim 2. kısma; "üniversiteler ve bölüm" seçimine,
Alt alta 10 üniversite ve bu alanı yapabileceğiniz bölümleri sıralayınız.

1. İstanbul Üniversitesi Hukuk 1. Öğretim Başarı Sıralaması: ...., ......
2.1. İstanbul Üniversitesi Hukuk 2. Öğretim Başarı Sıralaması: ...., ......
3. Marmara Üniversitesi Hukuk 1. Öğretim Başarı Sıralaması: ....., ......
...

Bu şekilde bir sıralama yaptıktan sonra,
Bu sıralamayı yakalamanız için sizin aşağı yukarı kaç net yapmanız gerektiğini hesaplayın, bir kaç farklı planınız olsun.

Plan A

Türkçe ..... net
Sosyal ...... net
Matematik ...... net
Fen ..... net

Plan B

Türkçe ..... net
Sosyal ...... net
Matematik ...... net
Fen ..... net

Plan C
...

Gelelim 3. aşamaya, "ben kaç net yapıyorum?"
Mevcut denemeden yaptığınız netleri sıralayın,

Türkçe ..... net
Sosyal ...... net
Matematik ...... net
Fen ..... net

Yukarıdaki hedef çizelgesinde nerede olduğunuz gördükten sonra, hedefinize uzaksanız "acil eylem" planı oluşturabilir, şayet hedeflerinizi yakalamış durumdaysanız performansı korumak adına bir takım önlem çabası içine girebilirsiniz. ( günlük soru çözme hedefleri, kitap bitirme hedefleri vs.)

Tüm bu saymış olduğum işlemi yapacak bir öğrencinin kazanmama ve başaramama ŞANSI bulunmuyor. Her zaman söylediğim gibi yaptığı işi "PROFESYONEL" yapan öğrenciler kazanacaktır.


3 Ocak 2016 Pazar

Başarının Altın Anahtarı :"Network"

Bugünlerde çok sık duyduğumuz bir sözcük: "Network"
Network dilimize "ağ" olarak çevrilmiştir.
Peki, gerçek manada ne demek  network? Bizim ne işimize yarar?
Atalarımızın bu konuyla ilgili aslında çok yerinde bir sözü bulunmaktadır : "Bir elin nesi var iki elin sesi var."
Siz ne kadar güçlü olursanız olun, artık çağımız bireysel çalışmayı değil grup çalışmasını zorunlu kılıyor. Bireysel çalışanlar adeta kaybetmeye mahkum. Bakın büyük şirketlere, arkalarında çok güçlü bir "ağ"ları bulunmakta.
Sizlere geçen hafta katıldığım bir seminerden aldığım notları paylaşmak istiyorum.
UPS Kargo, Orta Doğu ve Asya Sorumlusu Kasım Engür Bey'in seminerinden,
kendisi başarının sırrını, kendi geldiği yeri ve pozisyonun önemini anlattığı bu seminerde gençlere bir takım ipuçları vermeyi de ihmal etmedi. Şimdi size öne çıkan bir başlığı  paylaşmak istiyorum.
1. Çağımızın zekası IQ değil EQ'dur.
Çağımızda artık empatisi güçlü olan bireyler kazanacaktır. Karşıdaki ne istiyor? Bunu anlayan, ihtiyaca cevap verebilenlerin yüzyılı adeta. Problem çözebilen hatta daha da ötede "problemi fark eden" birey aranıyor. İş başvurularında artık diploma ya da aldığınız sertifikalar ikinci öneme sahip. Sizlerden istedikleri bir problem karşısında üreteceğiniz çözüm yolları. Hatta daha da ileri bir aşama olan "problemi fark etme" safhası.
Şöyle basit bir örnekle durumu ifade etti kendisi,
Problem: "Ekmek yok"
Çözüm: "Ekmek fırınına gidilmeli."
Çözüm Yolu: " Karşı caddede bulunan ekmek fırınına gidilebilir."
Şimdi, başlangıç seviyesinde olanların, çözüm yolu sunulduğunda çözüme gitmeleri beklenir. Bu insanların, aranan eleman olmadığını, sadece kuru kalabalıklar oluşturduklarını ve çok rahat yerlerinin değiştirilebileceğini ifade etti.
İkinci aşamada çözüm yolunu kendisini fark edip sadece hangi fırına gideceğini bilemeyenler için, bunların da yerlerinin doldurulabileceğini ve gelecekte çok ciddi hedefi olanların bulunmak istemeyecekleri bir aşama olduğunu ekledi.
Son aşamada yani problem aşamasında bireylerin problemi verdiklerinde çözüm ve çözüm yolu üretebileceklerini söyledi. Bu insanlar geçen yüz yıla kadar en çok aranan çalışan profiliymiş. Artık günümüzde, bu aşamanın da bir ötesi olan "N'aber?" aşamasından bahsetti. Problemi, çözümü ve çözüm yolunu bulabilen bireylere olan ihtiyaç.
Sanırım, ne demek istediğim anlaşılmıştır. Size hiç bir okul ya da kurum problemi fark etmeyi öğretemeyecektir. Okullar sizlere sadece mevcut bilgileri aktaran kurumlardır. Ve verecekleri de sadece birer diplomadır. Gerisi sizin şahsi gayretiniz ve başarınızdır.
2. Farklı olanı isteyin, farklı olana talip olun.
Elinizin altında her türlü imkan bulunmakta, internet bunların başını çekiyor. Sadece sosyal ağlarda zaman harcamayın. Merak edin. Neyi olursa olsun merak edin. Mesela "Güney Afrika Cumhuriyet'inin Para Birimini" merak edin ya da "Yeni Zelanda'da hangi diller konuşulur?" merak edin. Bu merak size, bir takım kapılar açacaktır. Yapmak istediğiniz işi ya da gelecekte olacağınız kişiyi belirlemekte size yeni bir takım ufuklar kazandıracaktır. Farklı haber sitelerini okuyun, bloglar takip edin hatta daha da ilerisi siz bir şeyler yazın, paylaşın.
3. Bir hobiniz olsun. Size artı değer katacak bir takım faaliyetler içerisine girin.
Çağımızdaki insanlar maalesef tek tip olarak yetişiyor. Başarıyı sadece girdikleri sınavlarda arıyorlar. Bu insanların gelecekte istediklerini elde edebileceğinden şüpheliyim. Çünkü yığınlar arasında, ortaya bir takım farklılık koyamayacaksanız, sizin ne değeriniz olacak ki? Bu soruyu kendinize bir defa sorun lütfen : "Ben gelecekte ne olmak istiyorum.?"
4. Türkiye dışında da ülkelerin olduğunu unutmayın.
Çok uluslu şirketlerde yer almak sanıldığı kadar da zor değil. Hele de o şirketlerde yönetici olmak sanılanın aksine daha ulaşılabilir bir durum. Yabancı dil olmazsa olmaz elbette. Bunun dışında karar verebilme yetisi aranan özelliklerden birisi, risk alabilen bireyler aranıyor. Risk alabilen ve bu risklerin gerektirdiklerini göğüsleyebilen. Biz, Türkiye'de yaşayanların bu konuda diğer ülkelerin insanlarına göre daha cesur olduğumuzu ifade eden Engür, gelecekte bu başarıları hedefleyenleri çok daha başarılı olacağına inandığını vurguladı.

Konuşmasından öne çıkan notlarım bunlardı. Kendisine verdiği bu değerli öğütler için -özellikle- teşekkürlerimi iletiyorum.

Bir Eşit Ağırlık Öğrencisi Olarak Matematik Dersiyle Olan Sınavım :)

Bu başlığı açmamın temel sebebi, yıllardır gerek derslerine girdiğim öğrencilerim olsun gerek özelden bana mail, whatsapp mesajı vs. ile mes...