27 Ağustos 2015 Perşembe

12. Sınıflar Okuyun!!!




Dershane, okul, özel etüt merkezi, özel ders vs. derken 12. sınıflar için yeni yıl artık başladı. Bu sene de geçen senelerden çok da farklı değil. Sınavı sistemi değişeceğine dair dedikoduları bir yana bırakırsak, geçen seneki sınavın aynısını göreceğiz. Peki, bu seneki sınav soruları nasıl olacak?
Geçen senelerden çok farklı olacağını düşünmüyorum. Her sene sorular daha da soyut kavramları barındıran, öğrencinin ifadesiyle daha zor sorulardan oluşuyor. Ama geçen sene yaşanan fiyaskoyu tekrar yaşamamak adına öğrencilere özellikle kitap okumalarını tavsiye ediyorum.
Türkçe son birkaç senedir sınavın belirleyicisi oldu. Türkçeden yüksek net yapan bu sınavın da kazananı olacaktır. Türkçe ve matematik iki ana branş olarak karşımıza çıkıyor. Ve yine ilginç olanı şu ki öğrenciler en çok sosyal dersler de zorlanıyor. Çünkü okumuyorlar.  Okumadan kazanmak çok zor. Biliyorum çok konu eksiğiniz var, çok soru çözmeniz gerekiyor ama bir o kadar da okumanız lazım. Son sene size kitap okumayı sevin demeyeceğim, adeta soru çözer gibi belirli aralıklarla kitap okuyun. Tavsiyem şu ki her gün en az 40 dk. kitap okuyun!

Her kitabı okumayın. Özel olarak ilgilenenler benimle irtibata geçsinler ki ben de onlara kitap tavsiyesinde bulunayım.

Sedat Yılmaz
Eğitim Danışmanı

fsedatyilmaz@gmail.com

9 Ağustos 2015 Pazar

"Dijital Çağda Okuma-Yazma Seferberliği: KODLAMA"


Günümüzde ekonomik, sosyal ve kültürel yaşantımız dijital bir çağın ürünü. Akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar artık hayatımızın her alanında. Gün içerisinde onlarla ne kadar vakit geçirdiğinizi bir düşünsenize. 2-3 yaşındaki çocuklardan tutun da koca koca adamlara kadar hemen herkesin elinde ya bir akıllı telefon ya da tablet.
Teknolojinin getirdiği faydalardan ve kolaylıklardan artık vazgeçemeyeceğimize göre gelişime ve değişime ayak uydurabilmemiz çok önemli. Bu sürecin paydaşı olabilmek, “sadece tüketicisi değil de üreticisi de olabilmek” doğru bir stratejiyi uygulayabilmekten geçiyor. Hem eğitimde dijital teknolojilerin kullanımı hem de dijital teknolojilerin etkin ve doğru şekilde kullanılması gerekliliği artık hayati bir önem arz ediyor. Bu sistemin gerekliliği. Ya değişeceğiz ya değişeceğiz. Ama burada zaman çok önemli. Ya şimdi değişip sistemin bir parçası, oyunun bir üyesi olacağız ya da çok sonraları oyuna giren sadece bir seyirci olarak dışarıdan olan biten her şeyi izleyeceğiz. Tüm dünyada teknolojide yeni bir safhaya geçti: “Kodlama” Oyunun kuralları yeniden ve en baştan yazılıyor. Şansımız hala çok fazla. Eğer kendimizi kapatmaz ve açık olursak biz de bu oyundaki yerimizi alırız.
Kodlamayı bilmemek adeta dijital çağda okuma yazmayı bilmemekle eşdeğer. Ülkemizdeki sınava dayalı eğitim sistemi artık ihtiyacı karşılamıyor. Bu bir gerçek. Matematikten ya da Türkçeden bir konuyu bilmenin bir esprisi kalmadı. Günümüzde bilgi herkesin bir tık ötesinde. İnternetler süper hızlı bir şekilde cep telefonlarımızda, bu yüzden artık ikinci dünya savaşının bir 1939 yılında başladığını bilmesi, öğrenciye hiçbir şey kazandırmayacak.
Amerika topyekûn “kodlama”yı müfredatının içerisine sokmayı planlıyor. Ülkemizde de yavaş yavaş bir hareketlenme söz konusu. Peki, biz ne yapalım? Sadece eleştirip, sisteme kızarak Amerika, Avrupa, Uzak Doğu hayranlığını mı dile getirelim: “HAYIR”
Sistemin bize getirdiklerini beklemeksizin her birey kendi sistemini oluşturmalı. Hali hazırda piyasada kodlamayla ilgili birçok kaynak mevcut. Adeta okuma-yazma seferberliğinde olduğu gibi herkesin elinde böyle bir kaynak olmalı ve kendi işi doğrultusunda, kendi ihtiyacı kadar bir kodlamayı öğrenmeli. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Okumayan, araştırmayan kısacası çağının gerisinde kalan her bir birey yok olup gitmeye mahkûm. Kimse kadere kızmasın, sistemi eleştirmesin. Başını iki elinin arasına koyup düşünsün “Ben ne yaptım?”
Açık ve net tekrar ifade ediyorum: “Sadece Türkçe, Matematik, vs.” dersleri çalışarak hazırlanır ve kendinizi dış dünyaya kapatırsanız, inanın sistem içerisinde kaybolup gidecek ve kendinizi bulamayacaksınız.
Sizlere yeni bir şeyden bahsettim. Belki birçoğunuz ilk defa duydunuz. “KODLAMA” kısa bir araştırma yapmanızı tavsiye ederim. Gelecekte, ben de bu konuyla ilgili daha detaylı ve geniş bilgiler aktaracağım sizlere. Ama o zamana kadar sizler de kafanızı gömdüğünüz yerden kaldırın ve elinizin altındaki teknolojiyi kendi faydanıza kullanın.

Sedat YILMAZ
Eğitim Danışmanı

5 Ağustos 2015 Çarşamba

İstanbul Hukuk Fakültesine Giden Yolda-1

Şimdilerde İstanbul Hukuk Fakültesi’ni kazanmış bir öğrencimin sizlere geçen sene girmiş olduğu bir deneme sonucunu paylaşmak istedim. Aşağıda Eylül ayı itibariyle yapılmış bir denemesinin sonucunu görüyorsunuz. Maltepe yayınlarına ait bir denemeydi. Toplamda 83 Net yapan öğrencim gerçek sınavda da toplamda 79 Net yaptı. Sene içerisinde başka deneme sonuçları da elimde, onları da incelediğimde ortalama olarak 70-90 net arasında oynadığını gösteriyor. Kendisinin nasıl ders çalıştığına gelirsek, her denemeden sonra mutlaka çözemediği soruları çözdürür, eksik olduğu konular varsa onlara çalışır bol örnek çözerdi. Bir sonraki denemede hala o konuda yanlış yapıyorsa o zaman dersin öğretmeninden birebir isteyerek nerede yanlış yaptığını anlamaya çalışırdı. YGS sonrasında onu yaşlı gözlerle gördüğümde, (çünkü 40 binlerde kalmıştı) kendisine tek söylediğim bıkmadan ders çalışmaya devam etmesiydi. Tabii ki sınavın şokunu birkaç gün üzerinden atamadı. Sınavdan yaklaşık 3-4 gün sonra telefonla bana ulaşarak –hocam kaybedecek bir şeyim kalmadı, bu saatten sonra ne derseniz uygulamaya hazırım dedi. O zaman ben de kendisine kişisel bir program hazırladım. Programa harfiyen uyan öğrencim, 2 gün önce İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırdı, bana da whatsap üzerinden kimliğinin fotoğrafını ve altına gülücükle birlikte “teşekkür ederim” notunu paylaştı.
Mat: 13.00
Türkçe: 37.50
Geometri: 2.50
Tarih: 11.50
Coğrafya: 5.50
Felsefe: 7.00
Fizik: 0
Kimya: 1.00
Biyoloji: 0
Din Kültürü: 5.00
Toplam: 83 Net


Ben "Ne Yapabilirim?" Sorusuna Kısa Bir Cevap: "Samsung ve İnovasyon"


Nasıl oluyor da bir şirket balık, sebze- meyve satmak için kurulduktan sonra şimdilerde dünyanın en büyük elektrik- elektronik ihracatı yapan şirketi haline dönüşüyor?
Evet, Samsung’tan bahsediyorum.
1938 yılında Güney Kore’de kurulan bu şirket, kurulduğu günden itibaren, her gün daha da büyüyerek ve çıtasını yükselterek iş dünyasındaki yerini almıştır. Telefondan televizyona, inşaattan gemi yapımına kadar hemen her alanda çalışan Samsung, alanında bir numara olmayı kendisine hedeflemiştir.
Yıllık cirosu 187,5 (2012 cirosu) milyar dolan bu şirket yaklaşık 500.000 kişiyi de bünyesinde çalıştırıyor. Peki, bu başarının sırrı nedir? Nasıl oluyor da balık satmak için kurulan bir şirket şimdilerde birçok alanda dünya devi olmayı başarabiliyor? Her geçen sene başarılarına yeni bir başarı daha ekleyerek çıtalarını yükseltebiliyor?
Elbette, başarı tek bir açıdan değerlendirilemeyecek kadar girift bir yapıya sahiptir. Size, şu sebeple Samsung dünyanın bir numarası diyemem tabii ki. Emin olun zaten, bunu sadece ben değil, Samsung’un rakibi olan tüm şirketler de araştırıyordur. Ben, burada dikkatimi çeken birkaç hususa değinmek istiyorum sadece.
Yaşam Tarzı Araştırma Laboratuvarlarına yıllık 10,6 milyar dolarlık yatırım!
Evet, yanlış duymadınız yıllık olarak yaklaşık 11 milyar doları böyle bir amaç için yatırım yapmışlar. Samsung’un CEO’su Yun Jong Yong şirketin hantal yapısından arındırılarak müşteri odaklı bir yapıya büründürülmesi adına yoğun çaba sarf etmiş. Yong’a göre amaç; eğer müşteri odaklı çalışmaksa o halde, müşterileri yakından tanımak ve onların ne istediklerini bilmek hayati öneme taşıyor. Bu nedenle şirket, Londra, Yeni Delhi, San Francisco gibi dünya merkezlerine Yaşam Tarzı Araştırma Laboratuvarları kurdurarak insanların neler istediklerini yakından incelemektedir. Böylece, müşteri odaklı çalışan Samsung asla piyasadan kopmadan, ihtiyaçlara cevap vermeye çalışmaktadır. Yaklaşık 60.000 kişi çalıştıran Yaşam Tarzı Araştırma Laboratuvarları, Samsung’un inovasyona verdiği  önemin ispatı adeta.
Dünya her geçen gün bambaşka bir yeniliğe kapı aralamakta. Peki, biz Türkiye olarak acaba bu yeniliklerin neresinde duruyoruz? Sadece kullanıcı, alıcı olarak mı bu piyasada yer alacağız yoksa biz de bu yeni oyunun oyuncuları mı olacağız? Otomobilin ilk yapıldığı yılları hayal edelim, 1900’ler… Türkiye varlık-yokluk savaşı pençesinde, aradan geçen yıllar sonrasında otomobil piyasasına hâkim olan devletler oyunun kurucusu olarak da dünyaya yön verdiler. Şimdilerde oyun yeniden kurgulanıyor, bakın büyük devletlere ağır sanayi yatırımlarını kendi ülkeleri dışına taşıyorlar ve bilişim sektörüne yöneliyorlar. Uzak doğu artık eskisi kadar uzak değil, oyuna sonradan katılan bu oyuncu belli ki kısa süre içerisinde oyunun gidişatını değiştirecek. Rusya’yı bizler hala nükleer silah üreticisi olarak hatırlayalım, şimdilerde ülkede hatırı sayılır oranda bilişim sektörüne yatırım yapılıyor. Eğer bizler de üzerimizdeki bu ataleti kırmaz, kendimize gelmezsek yine sadece seyirci kalacağız. Gelecek “bilgi çağı” olacak, şöyle ki bu yazıyı okuduğunuz telefon, tablet ya da bilgisayarlar hayatımızın her alanında bizlerle. Adeta onlar olmadan yaşayamıyoruz.
“Ne” mi yapabiliriz?
İnovasyon sadece bilişim sektörünün ihtiyaç duyduğu bir kavram değildir. Hemen her sektörün ihtiyacına cevap verebilecek bir yapıya sahiptir. Mesela ben bir öğretmen olarak kendimi ele alayım, öğretmenlik sadece 40 dk. Derste çocuklara kuru bilginin aktarılması değildir. Hatta çok daha radikal bir çıkış olacak olacak bu öğretmenlik bile değildir. Bu sadece bilgi aktarımıdır ki, artık günümüzde akıllı tahtalar sayesinde zaten bu bilgi, o çocuklara rahatça aktarılabilmektedir. O halde öğretmen ne iş yapar? Bilgi aktarımı sırasında sınıfın düzenini mi sağlar? “– oğlum, kızım dur- sus” mu der? Peki değilse öğretmen kimdir? Ne iş yapar? İşte bu soruların cevabını inovasyon veriyor. Bir öğretmen başta branşına yönelik yenilikleri takip etse ve bunu derslerine tatbik etmeye çalışsa, devamında çalıştığı yaş grubuna yönelik yenilikleri takip edebilse, hem çok verimli bir öğretmen olabilecek hem de yaptığı işe olan saygısını tekrardan kazanabilecektir. Maalesef hepimiz biliyoruz ki, günümüzde en hantal meslek gruplarından birisi de öğretmenliklerdir. Bu nedenle de öğrencilerin dünyalarına temas edilememekte ve onlara bir yön tayin edilememektedir. Hayalleri olmayan bir nesil yetişmektedir. Geçenlerde yaşadığım kısa bir deneyimden bahsederek yazıma son vermek istiyorum. Bir vesile ile (üniversitenin adını vermek istemiyorum) üniversiteye gittim. Bahçede oturan gençlerin konuşmalarına istemeden de olsa kulak misafiri oldum. Mühendislik, iktisadi bilimler gibi alanın öğrencileri ağırlıklı bir gruptu karşımdaki ve tek konuları KPSS’ idi. O an nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığımı sizlere anlatamam. Gencecik beyinlerin tek derdi, hayali KPSS olan bir ülkede belki de biz, çıta olarak Samsung’u önümüze koyarak büyük bir yanlış yapıyoruz. Ama yine de bıkmadan, usanmadan çalışmalıyız. Bunu da öncelikle kendime düstur edinmiş birisi olarak söylüyorum.  
Ataletimizi kırmalı ve çalışmalıyız. Kendi alanımızda, branşımıza bir numara olmayı hedeflemeliyiz. Ancak o zaman kalkınacak ve büyük bir ülke olacağız.

Sedat Yılmaz

Eğitim Danışmanı

4 Ağustos 2015 Salı

Karar Verin Gerisi Zaten Gelecektir. ( Örnek Bir Karar Verme Hikayesi )


Ne zaman tüm dünyayla entegre bir eğitim sistemine geçeceğiz? Küreselleşen dünyada bizlerde kendimize uygun bir rol bulabilecek miyiz? Bu ve buna benzer sorular çok uzun zamandır zihnimi meşgul etse de cevaplar çok uzakta değil. Sadece başımızı gömdüğümüz yerden kaldırıp önümüze bakmamız yeterli olacak.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, ülkemizde uygulanan hali hazırdaki eğitim sistemi maalesef bu ihtiyaca cevap verebilecek yetkinliğe sahip değil. Sadece sınav merkezli bir ölçme- değerlendirme sistemi bizim değil yarınlarımıza, bugünlerimize bile karşılık verememektedir.
Sistemi değiştirmek kısa vadede mümkün görünmemekle birlikte iyice içinden çıkılmaz bir hal aldı. Peki, bizler ne yapacağız? Sadece eleştiren, şikâyet eden olarak mı kalacağız? Bunun bize maalesef hiçbir faydası bulunmuyor.  Krizleri fırsata çevirmeliyiz. Sistem ne kadar işlemese de bizler kendimize uygun sistemler oluşturarak işlevsel hale getirebilmeliyiz. Peki, nasıl?
Öncelikle ne yapmak istediğimize karar vermemiz çok önemli. Çünkü kararsız olan bir kimseye hiçbir rüzgâr fayda vermeyecektir. Karar vermek kabul ediyorum ki işin en zor kısmı. Çünkü bir kere karar verdikten sonra hedefinize emin adımlarla yürüyecek ve yılmadan, bıkmadan, usanmadan gideceğiniz yere varacaksınız. Biliyorum ki bu kaosta karar vermek de çok zor. Bu yazıyı okuyan sizlerin de şu an zihninden aynı şeyleri geçirdiğini biliyorum: “ Ben ne yapmak istiyorum? Biliyor muyum?”
Karar vermek en zoru dedim. Gerçekten de öyle. Özellikle ne istediğini bilmeyen birisinin karar vermesi çok zor. Hele de istediği şeyin tam olarak ne olduğunu bilmeden, onu elde ettiğinde kendisine ne fayda-zarar getireceğini bilmeden istemek.
Size kısa bir hikâye anlatmak istiyorum, okuyun ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız.
Lisede okurken sınıfımda yakın bir arkadaşım vardı. ( İsmini kendinden izinsiz paylaşmak istemedim.) Kendisinin en büyük hayali müzisyen, amiyane tabirle şarkıcı olmaktı. Çok güzel sesi vardı. Bazen derslerde sıkıldığımızda, öğretmenimiz ondan bir şarkı söylemesini rica ederdi. Gerçekten de dinlendirici bir sesi vardı. Aynı zamanda muhteşem bir müzik kulağı vardı kendisinin. Mesela bir defasında akrabalarından birisinin evinde bulduğun kanunu, teypteki kasetten çala durdura öğrenmeye çalıştı, sonuç mu? 3-4 ay sonra iki bin kişiye konser vermişti.
Fakat bu arkadaşımın babası, onun elektrik-elektronik mühendisi olmasını istiyordu. Hem de o kadar çok istiyordu ki, ne pahasına olursa olsun sayısal bölüme gitmesi yönünde ısrarcı oldu. Arkadaşımın sayısal dersleri iyi olmasa da sürekli takviye dersler aldırdı. Vasatın biraz üzerinde liseden mezun olan arkadaşım girdiği üniversite sınavı sonrasında barajı sadece birkaç puan farkla geçebilmişti. Babası tekrar hazırlanmasını istedi. Olsundu ilk seneden olmasa da bir daha hazırlanıp mühendis olabilirdi.
Arkadaşım sınavdan sonra bir kez olsun konservatuar sınavına girmek istedi. Babası reddetti. Ama arkadaşım bıkmadan, usanmadan ısrar etmeye devam etti. Bir gün babası sadece tek bir üniversitenin sınavına girebileceğini, o da olmazsa bu hayalinden vazgeçeceğini söyledi. Anlaştılar. Arkadaşıma sınavın başında, yarıda bırakarak dışarıya çıkabileceği söylendi. Çünkü listeye çoktan birinci sıradan girmişti bile. Ne kadar sevindiğini anlatamam size.
Konservatuar okumaya çok genç yaştan karar veren öğrenciler, küçük yaştan itibaren bunun eğitimini almaya başlarlar. Arkadaşımın böyle bir çalışması olmadığı için aradaki farkı kapatabilmesi için çok çalışması gerekti. Ama olsundu, artık sevdiği işi yapıyordu. Bizzat ben şahit oldum, hafta içi sabah 7-8’de başlayıp akşam 6-7’e kadar durmadan, yorulmadan çalıştı. 2. Sınıfta girdiği Erasmus sınavında başarılı oldu ve Portekiz’e gitmeye hak kazandı. 6 ay kadar Portekiz’de kaldı. Orada tanıştığı bir hoca kendisini, üniversite sonrasında İtalya’da bulunan Pavarotti’nin Müzik Okulu’na davet etti. Tekrar Türkiye’ye döndü ve okulunu bitirdikten sonra İtalya’ya giden arkadaşım, şimdilerde Tenor olarak başta İtalya olmak üzere dünyanın birçok şehrinde, ülkesinde konserler veriyor. Venedik’te yaşıyor. Ve Mutlu.
Sanırım, bu hikâyenin ana fikri uzun uzun size ne yapmanız gerektiğini anlatmamdan daha faydalı olmuştur. Alacağınız bir kararın ya da o karar uğruna ödeyeceğiniz bedelin hayatınızı nasıl değiştireceğini artık siz hayal edin. Kimse başarı basamaklarını elleri ceplerinde tırmanmadı. Siz de hemen ilk zorlukta pes edecekseniz zaten, yanlış yolda ilerliyorsunuz demektir. Dediğim gibi karar verin, gerisi zaten bir şekilde gelecektir. Saygılarımla. İstanbul-2015
Sedat YILMAZ
Eğitim Danışmanı


Bir Eşit Ağırlık Öğrencisi Olarak Matematik Dersiyle Olan Sınavım :)

Bu başlığı açmamın temel sebebi, yıllardır gerek derslerine girdiğim öğrencilerim olsun gerek özelden bana mail, whatsapp mesajı vs. ile mes...