Nasıl oluyor da bir şirket balık, sebze- meyve satmak için
kurulduktan sonra şimdilerde dünyanın en büyük elektrik- elektronik ihracatı yapan şirketi haline dönüşüyor?
Evet, Samsung’tan
bahsediyorum.
1938 yılında Güney Kore’de kurulan bu şirket, kurulduğu
günden itibaren, her gün daha da büyüyerek ve çıtasını yükselterek iş
dünyasındaki yerini almıştır. Telefondan televizyona, inşaattan gemi yapımına
kadar hemen her alanda çalışan Samsung, alanında bir numara olmayı kendisine
hedeflemiştir.
Yıllık cirosu 187,5 (2012
cirosu) milyar dolan bu şirket yaklaşık 500.000 kişiyi de bünyesinde
çalıştırıyor. Peki, bu başarının sırrı nedir? Nasıl oluyor da balık satmak için
kurulan bir şirket şimdilerde birçok alanda dünya devi olmayı başarabiliyor? Her
geçen sene başarılarına yeni bir başarı daha ekleyerek çıtalarını
yükseltebiliyor?
Elbette, başarı tek bir açıdan değerlendirilemeyecek kadar girift bir yapıya sahiptir. Size, şu
sebeple Samsung dünyanın bir numarası diyemem tabii ki. Emin olun zaten, bunu
sadece ben değil, Samsung’un rakibi olan tüm şirketler de araştırıyordur. Ben,
burada dikkatimi çeken birkaç hususa değinmek istiyorum sadece.
Yaşam Tarzı Araştırma
Laboratuvarlarına yıllık 10,6 milyar dolarlık yatırım!
Evet, yanlış duymadınız yıllık olarak yaklaşık 11 milyar
doları böyle bir amaç için yatırım yapmışlar. Samsung’un CEO’su Yun Jong Yong
şirketin hantal yapısından arındırılarak müşteri odaklı bir yapıya
büründürülmesi adına yoğun çaba sarf etmiş. Yong’a göre amaç; eğer müşteri
odaklı çalışmaksa o halde, müşterileri yakından tanımak ve onların ne
istediklerini bilmek hayati öneme taşıyor. Bu nedenle şirket, Londra, Yeni
Delhi, San Francisco gibi dünya merkezlerine Yaşam Tarzı Araştırma
Laboratuvarları kurdurarak insanların neler istediklerini yakından
incelemektedir. Böylece, müşteri odaklı çalışan Samsung asla piyasadan
kopmadan, ihtiyaçlara cevap vermeye çalışmaktadır. Yaklaşık 60.000 kişi
çalıştıran Yaşam Tarzı Araştırma Laboratuvarları, Samsung’un inovasyona verdiği
önemin ispatı adeta.
Dünya her geçen gün bambaşka bir yeniliğe kapı aralamakta. Peki,
biz Türkiye olarak acaba bu yeniliklerin neresinde duruyoruz? Sadece kullanıcı,
alıcı olarak mı bu piyasada yer alacağız yoksa biz de bu yeni oyunun oyuncuları
mı olacağız? Otomobilin ilk yapıldığı yılları hayal edelim, 1900’ler… Türkiye
varlık-yokluk savaşı pençesinde, aradan geçen yıllar sonrasında otomobil
piyasasına hâkim olan devletler oyunun kurucusu olarak da dünyaya yön verdiler.
Şimdilerde oyun yeniden kurgulanıyor, bakın büyük devletlere ağır sanayi
yatırımlarını kendi ülkeleri dışına taşıyorlar ve bilişim sektörüne
yöneliyorlar. Uzak doğu artık eskisi kadar uzak değil, oyuna sonradan katılan
bu oyuncu belli ki kısa süre içerisinde oyunun gidişatını değiştirecek. Rusya’yı
bizler hala nükleer silah üreticisi olarak hatırlayalım, şimdilerde ülkede hatırı
sayılır oranda bilişim sektörüne yatırım yapılıyor. Eğer bizler de üzerimizdeki
bu ataleti kırmaz, kendimize gelmezsek yine sadece seyirci kalacağız. Gelecek “bilgi
çağı” olacak, şöyle ki bu yazıyı okuduğunuz telefon, tablet ya da bilgisayarlar
hayatımızın her alanında bizlerle. Adeta onlar olmadan yaşayamıyoruz.
“Ne” mi yapabiliriz?
İnovasyon sadece bilişim sektörünün ihtiyaç duyduğu bir
kavram değildir. Hemen her sektörün ihtiyacına cevap verebilecek bir yapıya
sahiptir. Mesela ben bir öğretmen olarak kendimi ele alayım, öğretmenlik sadece
40 dk. Derste çocuklara kuru bilginin aktarılması değildir. Hatta çok daha
radikal bir çıkış olacak olacak bu öğretmenlik bile değildir. Bu sadece bilgi
aktarımıdır ki, artık günümüzde akıllı tahtalar sayesinde zaten bu bilgi, o
çocuklara rahatça aktarılabilmektedir. O halde öğretmen ne iş yapar? Bilgi aktarımı
sırasında sınıfın düzenini mi sağlar? “– oğlum, kızım dur- sus” mu der? Peki
değilse öğretmen kimdir? Ne iş yapar? İşte bu soruların cevabını inovasyon
veriyor. Bir öğretmen başta branşına yönelik yenilikleri takip etse ve bunu
derslerine tatbik etmeye çalışsa, devamında çalıştığı yaş grubuna yönelik
yenilikleri takip edebilse, hem çok verimli bir öğretmen olabilecek hem de
yaptığı işe olan saygısını tekrardan kazanabilecektir. Maalesef hepimiz
biliyoruz ki, günümüzde en hantal meslek gruplarından birisi de
öğretmenliklerdir. Bu nedenle de öğrencilerin dünyalarına temas edilememekte ve
onlara bir yön tayin edilememektedir. Hayalleri olmayan bir nesil
yetişmektedir. Geçenlerde yaşadığım kısa bir deneyimden bahsederek yazıma son
vermek istiyorum. Bir vesile ile (üniversitenin adını vermek istemiyorum)
üniversiteye gittim. Bahçede oturan gençlerin konuşmalarına istemeden de olsa
kulak misafiri oldum. Mühendislik, iktisadi bilimler gibi alanın öğrencileri
ağırlıklı bir gruptu karşımdaki ve tek konuları KPSS’ idi. O an nasıl bir hayal
kırıklığı yaşadığımı sizlere anlatamam. Gencecik beyinlerin tek derdi, hayali
KPSS olan bir ülkede belki de biz, çıta olarak Samsung’u önümüze koyarak büyük
bir yanlış yapıyoruz. Ama yine de bıkmadan, usanmadan çalışmalıyız. Bunu da
öncelikle kendime düstur edinmiş birisi olarak söylüyorum.
Ataletimizi kırmalı
ve çalışmalıyız. Kendi alanımızda, branşımıza bir numara olmayı hedeflemeliyiz.
Ancak o zaman kalkınacak ve büyük bir ülke olacağız.
Sedat Yılmaz
Eğitim Danışmanı