26 Kasım 2015 Perşembe

Anlayarak Hızlı Okuma Eğitimi Üzerine

Normal bir okur dakikada 250 kelime okuyabilir. Bu da ortalama bir kitap sayfası demektir. Tabi ki daima zaman, mekan şartlarını da göz önünde bulundurmak gerekli. Dakikalar ilerledikçe, stres arttıkça dikkatin daha fazla dağılacağını ve bununla birlikte gözle görülür biçimde hem kelime okuma sayısının düşeceğini hem de anlama oranının azalacağını kabul etmek gerekir. Peki, bunun bir çaresi var mı?
Son bir kaç yıldır "Anlayarak Hızlı Okuma" dersleri verdiğim öğrencilerden aldığım dönütler, bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Dakikada 150-200 kelime ile başlayıp daha sonraları dakikada 450-500 kelimeye kadar çıkan hatta daha fazlasını bile başaran öğrencilerim oldu. Öğrendikleri sayesinde şimdilerde hem hızlı okuyorlar hem de daha fazlasını anlıyorlar.
"Hızlı Okuma" nasıl yapılır?
Hızlı okuma ilk defa 2. Dünya Savaşı sırasında Alman uçaklarını tanıyıp kendi uçaklarını vurmamaları için İngiliz Pilotlarına öğretilmiş. Elde edilen sonuçlar gerçekten de şaşırtıcıymış. Çünkü stres anında bile insanların çok hızlı okuyabildiklerini ispatlamışlar.
Göz hiç bir zaman beyinden daha hızlı çalışamaz.
Bizler okumaya harfleri tanıyarak başladık. Zaten bizde olan sesleri bir takım şekillere soktuk ve onlarla okumaya geçtik. Şimdi ilk okumaya başladığınız zamanları hatırlamaya çalışın. Kelimeleri nasıl da heceleyerek yavaş yavaş okuyordunuz. Sonra kelimeleri bir bütün halde görmeye başladınız ve bugün sanırım hiç biriniz hecelemeden okuyabiliyorsunuz.
Hızlı okumaya gelirsek, nasıl ki harflerin bütününden kelimeleri tek tek görebiliyorsunuz, yapılan özel bir takım çalışmalar neticesinde cümleleri de artık bir bütün olarak görebilirsiniz. Kulağa biraz garip ve zor geldiğinin farkındayım, ama  siz şimdi gelin bunu yeni yeni hecelemeye çalışan bir çocuğa, zamanla kelimeleri nasıl tek parça göreceğini anlatın.

Bir zamanlar/ yazılarını yazmak üzere/ okyanus sahillerine giden/ aydın bir adam/ varmış.
            1                         2                                          3                                 4                5

 Çalışmaya başlamadan önce/ sahilde/ yürüyüş yaparmış.
                      6                              7                      8
Yukarıda hızlı okuma çalışma metinlerinden bir örnek aldım. İlk zamanlar her bir kelimeyi tek tek okurken yaklaşık 2 haftalık bir çalışma neticesinde, numaralanmış her bir paçayı tek seferde okuyabileceğinizi biliyor musunuz? 18 kelimeyi 9 parça halinde okuduğunuzu hayal edin. İsterseniz yaklaşık 2 hafta sonra bile şu an okuduğunuzun 2 katı kadar hızlı okuyabilirsiniz. 
Peki, nasıl?
Öncelikle sabırlı olmanız gerekli. Hemen bir anda olacak bir şey değil. Yıllardır edindiğiniz bir alışkanlığı bir anda bırakacağınızı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Ve unutmayın ki göz kaslarınız hala çok zayıf. Gözlerinizin de kaslardan oluştuğu gerçeğini kabul edersek, önceliğimiz göz kaslarının güçlenmesi olacaktır.

A4 kağıdının bir başına 1 sonuna da 2 şeklinde aşağıya doğru 3,4,5,6... devam ettirin.

1 ................................................................................................. 2
3 ................................................................................................. 4
5 ................................................................................................. 6

Bunu elinizdeki kağıdın sonuna kadar devam ettirin. Ve sırayı karıştırmadan tek tek rakamlara bakın. Tekrar tekrar ve yine tekrar... Gözleriniz sulanmaya başlayacaktır. O zaman kapatın ve bir süre dinlenmesine müsaade edin. Sonra tekrar aynı hareketleri kaldığınız yerden yapmaya devam edin. Bunu her gün yapacaksınız. Ama yatmadan önce değil. Gün içerisinde. Kendinizi henüz çok fazla yormamışken. Bunu 1 hafta kadar devam ettirdikten sonra, hem daha rahat yapabildiğinizi hem de gözünüzün eskisine göre çok daha geç sulandığını fark edeceksiniz. Göz kaslarınız güçleniyor artık.
Bu ve bunun gibi bir çok çalışmayla okuma hızınız 2 ya da 3 kat daha artacaktır.

Sedat YILMAZ
fsedatyilmaz@gmail.com

TEOG Türkçe Sınavı için Kısa Bir Değerlendirme (YGS Türkçe İçin Küçük Tüyolar)

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın , öğrencilerin okuduklarını anlamadıklarını, anadilin yeterince anlaşılmadığını, bu nedenle de gelecek yıllarda Türkçe dersine ağırlık verileceği minvalinde bir takım açıklamaları olmuştu. Son yapılan TEOG sonrası gördük ki yine, öğrencilere anlama dayalı sorular ağırlıklı bir Türkçe testi uygulanmış.
Geçen yıllarda da TEOG başta olmak üzere merkezi sınavların belirleyici dersi oldu Türkçe. Bu sene de belirleyici olacağa benziyor. Sınav sorularını inceledim. Konular ve çıkan soru adetleri aşağıdaki gibidir.
Cümleden anlam- 5
Paragraf- 8
Sanat Türleri- 1
Yazı Türleri-1 
Yazım-1
Noktalama -1
Fiilimsi- 2
Cümle Ögeleri-1
Sınav soruları açıkçası sürpriz olmamış. Soru dağılımını aşağı yukarı bu şekilde bekliyorduk. YGS için de buna benzer bir dağılım olacağını söyleyebilirim.
Soruları nitelik yönünden değerlendirmek gerekirse, çok okuyan öğrencinin rahatlıkla yapabileceği sorular. Mesela,
"Bu metinde “mangala” oyunuyla ilgili aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?" sorusunda öğrenci okumuş olduğu bir metni, nasıl değerlendirmesi gerektiğine dair bir takım çıkarımları ancak çok okuyarak elde edebilecektir. "Altı çizili deyimin bu metne kattığı anlam aşağıdakilerden hangisidir?" Yine benzer şekilde başka bir soruda da öğrenciye metin içerisindeki bir deyimin, metne kattığı mana sorulmuş, böylece yine öğrencinin okuduğunu anlayıp anlamadığı sorgulanmıştır. "Aşağıdaki cümlelerde altı çizili kelimelerden hangisi karşısında verilen anlama uygun kullanılmamıştır?" Anlamına uygun kullanılıp kullanılmadığını anlayabilmesi için, öğrencinin okuduklarını analiz edebilmesi oldukça önem arz etmektedir.
Çok okuyanın rahatlıkla farkını gösterebileceği bir sınav olmuş diyebilirim. Henüz somut işlemler dönemindeki bir öğrencinin soyut ifade kabiliyetini ancak, okumak ve okudukları üzerine düşünmek sağlayacaktır.
Soruların geri kalanı içinde aynı mantığı yürütebiliriz. Öğrencinin kendini ifade ederken ihtiyaç duyacağı diğer konulara ağırlık verilmiş. Yazım-Noktalama ve Cümle Ögeleri öğrencinin ifade kabiliyetini güçlendirmesi için başvuracağı ana konulardan.
Sınav zor değil seçici olmuş. Özellikle 1 veya 2 hata yapan öğrencilerin standart sapmalarının yüksek olacağını söyleyebilirim.
Size özetle bu sınavdan anladığımı söyleyeyim, sadece Türkçe soru bankalarına kafasını gömen öğrenciler için bu sınavlar oldukça zorlu geçecektir. Yapılamaz demiyorum. Ama kolaylıkla ve zaman artırarak yapmak varken zoru tercih edeceklere söyleyecek sözüm yok. Hem okuyan hem de düzenli ders takibi yapan bir öğrenci için kolaylıkla üstesinden gelebileceği bir ders Türkçe. Ama diğer yandan Matematik ya da Fen dersindeki gibi formül  ya da soru tiplerini ezberlemeye benzemez. Anlamak zorundasınız. Anlamanın yegane yolu da okumaktan ve okuduklarını tartışmaktan geçiyor.
Matematik ve Fen derslerinin önemi elbette aşikar ama geçen bir kaç yıl içerisinde belirleyici ders "Türkçe" oldu. Bunun sebebi de ailelerin, öğretmenlerin sadece Matematik ve Fen derslerine ağırlık vermeleri, başarı kriteri olarak sadece bu dersleri baz almalarından kaynaklı. Ama karşımıza çıkan tablo gösteriyor ki artık "Türkçe" dersi en önemli ders olmuştur. Sonuçta anadilimiz. Türkiye'de yaşayıp da kendi dilini bilmeyen, kendi dilinde yeterince başarılı olamayan bir bireyin diğer alanlarda da başarılı olmasını bekleyemeyiz.
Tavsiyem, her gün en az yarım saat kitap okuyun. Ama çok satanlardan değil. Klasiklerden, sizi düşünmeye sevk edecek kitaplardan bahsediyorum. Dostoyevski'den, Gogol'den, Orhan Pamuk'tan, Sabahattin Ali'den bahsediyorum.
Okuyun, okuduklarınızı arkadaşlarınızla, öğretmenlerinizle paylaşın.
İşte o zaman başarı sizi bulacaktır.




Sedat YILMAZ
fsedatyilmaz@gmail.com

19 Kasım 2015 Perşembe

*İnovasyon ve Eğitim

Sizlere okuduğum bir yazıyı noktası, virgülüne kadar hiç değiştirmeden paylaşmak istedim.

İnovasyon (TDK; Yenileşim) var olan bir ürünü geliştirerek veya var olandan bağımsız olarak ortaya konulan yaratıcı fikirlerin ürüne dönüştürülerek kullanımı için yayılması ve ticari fayda sağlaması işidir. İnovasyon, yeniliğe açık ve üst düzey problem çözme becerilerinden beslenen bir kavramdır.

Örneğin, klasik kanepe üreten bir mobilyacının terletmeyen, leke tutmayan, çıkarılıp yıkanabilen bir kılıfa sahip farklı formda daha kullanışlı bir kanepe tasarlayıp, üretmesi ve satması inovasyon kabul edilebilir.

İnovasyon, üretim ve pazarlama için son derece önemlidir. Rakiplerinden bir adım önde olan üreticiler, tercih sebebi olması dolasıyla pazardaki payını artırmakta, kendisine yeni alan açmakta, AR-GE (Araştırma-Geliştirme) faaliyetlerini geliştirmekte, yeni ürünler ortaya koymakta, istihdam yaratmakta ve ülke ekonomisine daha fazla girdi oluşturmaktadır.

21.yüzyıl her platformda inovasyon rekabetine sahne olmaktadır. Bu rekabette ipi göğüsleyenler eğitimde yaratıcı düşünceye, ileri düzeyde problem çözme becerilerine sahip çocuklar yetiştirmeye yatırım yapan ülkeler olmuştur.

Teknolojiden tarıma, sanayiden hayvancılığa, turizmden balıkçılığa kadar ekonominin her alanında inovasyonun devasa etkilerini görmekteyiz.

Hepimizin bir köşesinden okuduğu veya seyrettiği Harry Potter kitabının oluşturduğu ekonominin cirosu İş bankası ve Sabancı Holding’in toplamından daha fazladır.

7 yıl önce Jack DORSEY tarafından kurulan Twitter’ın değeri de Koç Holding’in 3, THY’nin 9 katı kadardır.

53 kişinin çalıştığı ve sadece 5 yıllık bir şirket olan WhatsAPP’ın değeri ise 19 milyar dolar.

9 yaşında kodlamaya başlayan Mark Zuckerberg’in kurduğu Facebook’undeğeri de 200 milyar doları aşmış durumda.

APPLE’nin kurucusu Steve JOBS, Microsoft’un sahibi Bill GATES’in ülkelerine sağladığı katma değer ekonomisini sanırım söylemeye gerek yok.

Sanayi devriminden sonra, bilgiye erişimin kolaylaşması ile bilgi toplumuna geçen dünya, bilginin transfer edilmesi ve yeniden yorumlanması ile de bu sürece tamamlayarak inovasyon çağına geçmiş durumdadır.

Biz, ülke olarak sanayi devrimini tamamlamadan bilgi çağına geçtiğimiz için inovasyon –şimdilik- bize uzak görünüyor.

Sanayi alanında, ileri teknoloji ihracımızın milli gelir içindeki payı %0,26 (2.1 milyar dolar) Güney Kore’nin ise 130 milyar dolar…

Iphone 6'da, 20'nin üzerinde ülkeye yayılmış 777 fabrikada üretilen 1300 parça var. Ama Türkiye bu hesapta yok.

Tarımda ise çok insanla, çok çalışıyoruz ama az üretiyoruz. 5.6 milyon çifçimizle yaptığımız üretimi Avustralya 664 bin çiftçisiyle yapıyor.

Yurtdışından saman, canlı hayvan, tohum, gübre ithal ediyoruz. Oysa küçük inovaktif dokunuşlarla kendimize yetmek, üretimimizi artırıp zirveye tırmanmak hiç de zor değil.

Dünya fındık üretiminin %85’ini karşılamamıza rağmen markalaşmış bir ürün yaratamadığımız için yıllık fındık gelirimiz 2.3 milyar doları geçemiyor. Oysa bizim fındığımızı alıp markalaştıran Michele Ferrero, dünya genelinde piyasaya sürdüğü Nutella markası ile 11 milyar dolar kazanabiliyor.

Bu ülkede tam 20 milyon üretime katılabilecek, ekonomiye katma değer sağlayacak, yaratıcı fikirleriyle yeni bir gelecek inşa edecek gencimiz var. Avrupa’nın 15 ülkesindeki genç nüfusun toplamı bile bu kadar etmiyor.

Ziya SELÇUK hocamızın da dediği gibi “19.yy binalarında 20.yy programlarıyla21.yy çocuklarını eğitmeye çalışıyoruz. Teknolojik olmayan sorunlarımızı teknoloji ile çözmeye çalışıyoruz.”

Bir tekstilci, sanayici, marangoz yaptığı yanlış işi “pardon” diyerek telafi edebilir, ne yazık ki eğitimde pardon yoktur. Eğitim, uzun bir sürece yayılan ihtisas işidir. Günü birlik oluşturulan politikalar bu ülkeye her zaman zarar vermiş, bedel ödetmiştir. Artık eğitimi politik hegemonyadan, mevsimsel çıkar ve ideolojik saplantılardan kurtararak kendi iklimine çekmeliyiz.

Toplumda oluşturulan “bir baltaya sap olamama” deyimi ile sap yerine konulan gençlerimizi inovasyona yöneltmeli “icat çıkarma” dediğimiz girişimci kişilikleri de icat çıkarması için şevklendirmeliyiz.

Microsoft'u bırakıp ABD'den Türkiye'ye gelen ve dünyanın ilk sosyal medya platformu olan Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu'na sitedeki paylaşımlar yüzünden 10 ay hapis cezası vererek yaratıcı becerisi tartışmasız bir girişimciyi cezalandırmak, ülkeyi terk etmesine zorlamak da “icat çıkarma!” ikazının bir sonucudur.

4 tane girişimci ruhlu Türk genci tarafından 2000 yılında 40 metrekarelik bir odada kurulan ve 589 milyon dolara satılan Yemek Sepeti ise gençlerimizin yapabileceklerinin takdire şayan bir başka ispatı olsa gerek.


İnovatif düşüncenin temeli özgür düşünce, yaratıcılık ve üst düzey problem çözme becerileridir. Güney Kore’de %28 olan bu beceri Türkiye’de 2.2’dir.

İngiltere, ABD ve bir çok Avrupa ülkesinde 5 yaşından itibaren çocuklara kodlama dersi veriliyor. Farklı disiplinlerin bir araya geldiği, yeni ve yaratıcı düşüncelerin projeye dönüştüğü maker stüdyolarda girişimcilik destekleniyor. AR-GE’ye ciddi bütçeler ayrılıyor. Çalışanların mesleki ve kişisel gelişimlerine destek veriliyor.

Mesela, ABD’de üniversiteler 7 yılda bir akademisyenlere 1 yıl izin verirler. Kendilerini yenilemeleri için.

Finlandiya, Japonya, Kanada, Güney Kore gibi PİSA sonuçlarına göre üst düzey problem çözme becerileri yüksek olan öğrencilerin olduğu ülkelerin inovasyona dayalı bilgi ekonomilerinin oluşturduğu evrensel markalar ortada.

Biz de Türkiye olarak bu süreçte yerimizi almalıyız. Siyasetin müdahil olmadığı, ortak bir ulusal eğitim programı hazırlayıp (TED’in hazırladığı UEP gibi) yeni nesil okullarla duvarları yıkıp “okul” kavramına işlerlik kazandırmalıyız.

Örgün eğitimde okuyan çocuklarımızın %65’inin henüz icat edilmemiş meslekleri icra edeceğini düşünürsek, mesleki teknik okullarımızı çeşitlendirerek, sadece bir meslek öğrenmeye yönelik okullar olmaktan çıkarıp, 21. Yüzyıl becerilerinin kazandırıldığı, üretime katılan, açık okullar haline getirmeliyiz.

Okul öncesinden başlayarak çocuklarımıza haftada en az 2 saat kodlama okuryazarlığı ve girişimcilik dersi konmalıdır.

Maker stüdyolarla yaratıcılık ve proje yapma arzusu desteklenmeli ve bu merkezlerin sayıları artırılmalıdır.

İnovasyona yönelik atılan bu adımların yanında AR-GE harcamaları da artırılarak (OECD ülkelerinde sondan 4’teyiz.) girişimci gençlere kendini ifade etme mecraları oluşturulmalıdır.

İbni Sina’nın da dediği gibi; Bilim ve sanat takdir edilmediği yerden göç eder.

*Niyazi AKSOY "www.educaregitim.blogspot.com.tr"

15 Kasım 2015 Pazar

Geleceğin Mesleği Olarak "Danışmanlık"

Paris Üniversitesi Ekonomi Profesörü Pascal Salin'in "devletler kendi ideolojilerini devam ettirebilmek için milli eğitimin tüm olanaklarından faydalanmaktadır, fakat bu aynı zamanda öğrencilerin gelişmeleri önündeki en büyük engeldir." diye oldukça çarpıcı bir tespiti bulunmaktadır.
Milli eğitim öğrencilere gelecekte hiç bir işine yaramayacak bir takım bilgiler yığını yükledikten sonra onların yaratıcılıklarına ihtiyaç duymaktadır. Doğal olarak bu sistem içerisinden geçmiş bir bireyin de onca zamandan sonra ortaya bir ürün koyabilmesi sanıldığı kadar kolay olmamaktadır.
Milli eğitim ve onun ideolojisini öğrenciye aktarma aracı olarak öğretmen, kendisini geliştirmedikçe, kendi dünyasında bir farkındalık yaratmadıkça öğrenci üzerinde etkili bir tesiri olmayacaktır. İşte bu zamanda devreye eğitim danışmanları girmektedir.
Üniversitelerin formal eğitimi içerisinde "Danışmanlık" diye bir bölüm ya da genel manasıyla bir kavram bulunmamaktadır. Bu yine mesleği öğretmenlik olan bireylerin kendi istek ve arzularıyla kazanmaya çalıştıkları farkındalıktır. Onlar daha çok okur daha çok gezer ve daha çok izler. Ancak o zaman öğrencinin dünyasında bir farkındalık yaratabilecektir.
Türkiye'de dershanelerin kapatılması ve okulların bu görevi üstlenmesiyle birlikte eğitim geri plana atılmış ve sadece geçer akçe olarak elde öğretim kalmıştır. Adeta bizim yazıp bizim oynadığımız bu sistem içerisinde, nihai olarak ortaya bir ürün koymamız imkansız görünüyor. Böyle devam ederse de daha uzun bir süre ürün koyamayacağız.
Okullar öğrencilerin yaratıcılıklarını öldürür.
Etüt, ders, ödev vs. öğretimin aracı olan bu argümanlar temelde ezbere dayanan bir sistemin ürünüdür. Öğrenci sınav öncesinde ilgili bölümü ezberleyerek sınav kağıdına aktardığında başarılı sayılmaktadır. Fakat bu öğrencinin analiz ve sentez kabiliyetini -kaldıysa şayet- kaybetmesine neden olacaktır.
Hal böyleyken danışmanlığın ne kadar önemli bir meslek haline geleceğini görmek sanırım zor olmasa gerek. Türkiye'de artık dershanelere geri dönüş olacağını pek sanmıyorum. Bunun yerine birebir dersler, özel etütler, çalışmalar ve en nihayetinde danışmanlık çok önemli bir yer alacaktır.
Kendisine bir artı atmak isteyen öğretmenlerin, eğitmenlerin de bu krizi fırsata çevirmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Gelecekte belki de öğretmenlerin yerini danışmanlar alacaktır. 
Değişen ve gelişen dünya düzeni içerisinde hemen hiç bir şey aynı kalmıyor. Neden öğretmenlik de aynı kalsın. Bu sistem içerisinde kendisini yetiştirmeyen, geliştirmeyen, sadece olanı tekrar tekrar ısıtıp öğrencinin önüne koyan öğretmen de bu sistemin dışında kalmaya mahkum olacaktır.

Konu mu Çalışalım? Soru mu Çözelim?

Son günlerde öğrencilerin "Konu mu Soru mu" diye sormaları nedeniyle buradan bir açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Sınav yaklaştıkça ortaya çıkan konu eksikliği haliyle öğrencileri endişeye sevk ediyor. Konu olmadan soru çözülemeyeceğini göz önünde bulundurursak elbette ki öncelik konu çalışmaktır. Ama çalıştığınız konuları soru çözümüyle takviye edemezseniz hem öğrendiğiniz konuyu çabuk unutur hem de pratik noktasında eksik kalmış olursunuz.
Konu eksiklerinizi bütün halinde görmeniz için bir deneme yapın!
Yaptığınız bir deneme sonucuna göre hangi konularda eksiğiniz var bunları alt alta sıralayın. Sonra geçmiş yıllarda bu konulardan kaç soru çıkıyor bir önem sıralaması yapın ve o konulara ağırlık verin. Eğer konuyu hiç bilmiyorsanız konuyu çalışın ama o konuya ait pratik eksiğiniz varsa bol soru çözün.
Hepsine birden saldırmayın!
Tüm konuları aynı anda ya da tüm soruları aynı zamanda çözmeye çalışmayın. Program yapın. Soru çözümü ve konu çalışmasını taksim edin. Programınızı 3\2 esasına uygun hazırlayın. 2 saat konu çalışın, 3 saat soru çözün!
Farklı kaynaklardan soru çözümü çok önemli!
Konu çalışırken farklı kaynaklara çok fazla yönelmeniz gerekmiyor ama soru çözümü için aynısını söyleyemeyeceğim. Ne kadar fazla kaynaktan soru çözerseniz o kadar faydanıza olacaktır.
Daha fazlası için
fsedatyilmaz@gmail.com

YGS Maratonunda Sıkılanlar Okusun!

12. sınıflar, tekrar sınava hazırlananlar biliyorum sıkıldınız. Haklısınız da! ama şu an emin olun ki sınava girecek yaklaşık 2 milyon adayın tamamına yakını sıkıldı. İçinde Türkiye derecesi yapacak olanlar da var, çok az çalışıp hiç iddiası olmayanlar da. Ve işte şimdi çok önemli bir dönemeçte bulunuyoruz. Bu virajdan sonra sizi bir düzlük bekliyor, yeter ki bu virajı sağlıklı bir şekilde geçin!
Havaların erken kararması, sonbaharın artık kışa doğru yavaş yavaş yol alması nihayetinde öğrencilerin de psikolojisini bozuyor. Yazdan beri ders çalışan öğrenciler artık sıkıldı, haliyle çalışmak istemiyor. Özellikle geçen 1-2 hafta içerisinde okullarda yapılan yazılı sınavlar da öğrencilerin iyice yorulmasına ve motivasyonunun bozulmasına neden oldu. Bu durum adeta bir sinir harbi. Ve bu harbi başarıyla atlatan her bir öğrenci sınavda başarılı olacak. Yeter ki düzenini, ritmini bozmadan devam edebilsin.
Yıllardır yaptığınız tüm çalışmalar, istediğiniz iyi bir üniversiteyi kazanabilmek içindi, biliyorum. Artık sizler de kendi hayatınızı yaşamak istiyorsunuz ve üniversite sınavı da bu yolda en önemli engellerden birisi. Bu engelin de hayatınızdan çıkmasına yaklaşık 4 ay kaldı. Gelecek 4 ayı en iyi şekilde programlayabilen öğrenci istediği başarıyı yakalayacağına hiç şüphem yok.
Haftalık ders programı hazırlayın!
Çok sıkıldığınız, bunaldığınız için programlarınızı da haftalık hatta 2-3 günlük bile yapabilirsiniz. Bu aralar sizlerin de gelgitleri olduğu için uzun süreli programların uygulanabilirliği bir hayli zor olacaktır.
Soru hedefleri koyun!
Kendinize günlük, haftalık soru hedefleri koyun. Her günün sonunda bu hedefinize ne kadar yaklaştığınızı ya da ne kadar aştığınızı hesaplayın ve bu bilgiler ışığında ertesi gün için tekrar bir hedefleme yapın.
Bu aralar sürekli konu çalışmak yerine, çalıştığınız konulardan bol sorular çözün!
Sürekli konu çalışmak zaten iyice bunaldığınız şu dönemde sizi daha fazla sıkacaktır. O nedenle, biraz daha soru çözüm ağırlıklı bir program hazırlayabilirsiniz.
Gelecek 4 haftayı eksiksiz atlatabilen başaracaktır!
Bu durum sürekli devam etmeyecektir. Mevsim dönmesi, saatlere biyolojik olarak alışma durumu vs üst üste gelince yaklaşık 4 hafta sonra öğrenciler de bu duruma tekrardan alışacak ve uyum gösterecektir. Bu nedenle, gelecek 4 haftayı ne kadar az zararla atlatırsanız o kadar başarılı olacaksınız.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Ders Çalışma Programının Önemi Üzerine

YGS'ye 5 ay gibi bir süre kaldı. Kimi için bu 5 ay çok uzun bir zamanken kimi için de oldukça kısa bir zamandır. Ama işin aslına bakarsak 5 ay yeterince iyi değerlendirildiğinde tam anlamıyla yeterli bir süredir. Bunun için ders çalışma programı hazırlamak ve bu programa harfiyen uymak elbette çok büyük bir önem arz etmektedir.
Peki, bir program nasıl hazırlanır? 
Hele de şu ana kadar hiç program hazırlamamış bir öğrenci için?
En büyük hatalardan birisi işin kolayına kaçmak ve hemen rehber öğretmenden sizin adınıza bir program hazırlamasını istemek olacaktır. Bu bir nevi vicdan rahatlatmaktır aslında. Ben yapamıyorum sen yap, olmazsa senin suçun olsun. Olursa bak ne kadar da disiplinli çalışıyorum.
Kimseye bir şey ispat etmek zorunda değilsiniz, bunu sakın unutmayın. Bu hayat sizin ve sorumluluğunuzu elinize alın. Kendi programınızı kendiniz oluşturun.
Peki, nasıl?
Öncelikle size tavsiyem bugünden itibaren elinize bir kalem alın ve her anınızı not edin. Öncelik olarak kendi rutininizi öğrenmek işinizi çok kolaylaştıracaktır. Kendinizi uzaktan izlemenizi sağlayacaktır. Bakın bakalım siz bir hafta boyunca ne yapıyorsunuz? Sabah kaçta uyanıyor? Ne kadar süreyi kahvaltıya ayırıyorsunuz? Akşam kaçta evde oluyor, saat kaçta ders başına geçebiliyorsunuz? Bunlar çok önemli ayrıntılardır. Şayet bu ayrıntıları bilirseniz kendinize çok verimli bir program hazırlarsınız. Program hazırlarken dikkat etmeniz gereken bir kaç önemli hususu şöyle belirtmek isterim.
1. Kendinize kesinlikle boş zaman ayırın. Dinlenme olmadan yapılacak bir çalışma ASLA verimli olmaz. 50 dk ders 10 dk dinlenme mesela ilk iki ders için olabilir. Sonrasında arayı 20 dk yapabilirsiniz. Malum zaman geçtikçe yorgunluk artacaktır. Ama dinlenme aralarında TV, telefon vs hep bunlarla vakit geçirmeyin. Çünkü bunlar da sizi yoracaktır. Mümkünse karanlık bir odada 4-5 dk gözlerinizi dinlendirin.
2. Konu çalışacaksanız, erken saatlere konu koyun. Ama bir gün boyunca sadece konu çalışmayın. Kesinlikle her konunun ardından soru çözerek, çalıştığınız konuyu destekleyin.
3. Soru hedefiniz olsun. Günlük- haftalık- aylık soru hedefleriniz olsun. Bu hedefleri yakaladıkça kendinizi ödüllendirin.
4. Ders çalışırken ASLA müzik dinlemeyin. Evet şu an dikkatiniz dağılmıyor olabilir ama siz farkına varmadan kendinizi klasik olarak müzik sesine şartlıyorsunuz. Gerçek sınavda müzik dinleyemeyeceksiniz, asıl o zaman dikkatiniz dağılacaktır.
5. Hedefinize bağlı olarak size tavsiyem günde en az 4 saat en fazla da 8 saat ders çalışmanız. ( Hafta sonu ya da boş günlerinizde bu değişebilir ve biraz daha artabilir.)
6. Her gün ders çalışın. Az da olsa her gün çalışın. Bir günlük ara bile konsantrasyonunuza mal olabilir.
7.Hazırladığınız programı ailenize ve rehber öğretmeninize göstererek onların da fikirlerini kesinlikle alın. Son halini verdiğiniz programınızın bir örneği herkesin görebileceği bir yere asın. Mesela buzdolabı üzerine olabilir.
8. Sonuncusu ve belki de en önemlisi kendinize KESİNLİKLE kitap okumak için zaman ayırın. Günde yarım saat olabilir, 20 dk olabilir ama mutlaka okuyun! Bunun her branş adına faydasını göreceğinizi size garanti ederim. Yatmaya yakın ya da bir ders arasında değil. Gün içinde bir ders gibi kendinize kitap okumak için zaman ayırın!

NOT: "Ders çalıştığınız ortam" günde 4-5 saat harcadığınız bir yer olduğu için orayı kendi zevkinize göre tasarlayın. Çok renkli ya da renksiz yapmayın. Dikkat dağıtıcı unsurlar bulunmasın. Mümkün olduğunda derli toplu çalışın. Çünkü siz farkına varmasanız da beyin bir süre sonra o dağınıklık nedeniyle daha fazla yorulacaktır. En önemli tavsiyelerimden birisi de hedefinizi çalıştığınız yerin tam karşısına puanıyla birlikte asmanız. Bu puanı almak için de kaç net yapmanız gerekiyor altına yazın. Ara ara yapmanız gereken netlere bakın ve bu size çalışmanız için motivasyon olsun.


Sedat YILMAZ
Eğitim Danışmanı

Üniversite Kontenjanlarına "Başarı Sıralaması" Geliyor!

Üniversite kontenjanlarına başarı sıralaması geliyor. Peki, bu ne demek?
Geçen yıl  YÖK ilk defa yeni bir uygulamaya gitmiş ve TIP fakülteleri için 40 bin ve HUKUK fakülteleri için de 150 bin barajı getirmişti. Bu ilk başlarda öğrenciler için anlaşılması zor ve bir o kadar da korkutucu olmuştu. 2014-ÖSYS'de TIP fakültesine yerleşen son öğrencinin 101 bininci olduğunu 2015-ÖSYS'de ise TIP fakültesine yerleşen son öğrencinin 31 bin 670'inci aday olduğunu göz önünde bulundurursak bu sistem üniversiteye yerleşen öğrenci kalitesi bakımından bir hayli işe yaramışa benziyor.
Hemen her sene açılan yeni üniversitelere bir de okullara dönüşen dershaneler eklenince ortaya çıkan tablo maalesef çok da iç açıcı görünmüyor , nitelik olarak belki yüksek bir performans elde edilmiş gibi görünse de nicelik olarak içi boş bir nesil yetiştiriyoruz. Kitap okumayan, sinemaya-tiyatroya gitmeyen, düşünmeyen- tartışmayan bir nesil doğal olarak üniversiteye gittiğinde de yeterlik gösteremiyor.
YÖK ise bu duruma kendince bir önlem almışa benziyor, bu sene uygulamayı biraz daha genişleterek MÜHENDİSLİK ve MİMARLIK fakültelerine de uygulayacak. Henüz bir yasa tasarısı olan bu uygulama 240 bin barajını öngörüyor. 180 puan barajını geçen her öğrenci mühendislik tercih edebiliyordu. Bu da gelecek senelerde kalitenin gerçekten de çok düşeceğinin işaretiydi. Ama YÖK bu duruma el attı ve belli bir puan barajının altında kalan öğrencinin mühendislik-mimarlık tercih etmesini engelledi.
Üniversite hocaları yetişen öğrenci kalitesinden çok şikayetçi!
Eğitim sisteminin iyice sarmala dönen yapısı nihayetinde bir çıkmaza girdi. Başarının  tek kriteri artık YGS-LYS netleri, bu durumda okulların eğitimi geri plana atılarak sadece öğretime odaklanmasına neden oldu. Artık kitap oku bile demek bir öğretmen için suç unsuru neredeyse, velinin hemen bir şikayetini işitebiliyorsunuz -" Hocam, ne kitabı ! Bırak çocuk soru çözsün!"
Tabletler, akıllı telefonlar, bilgisayarlar artık çocukların bilgiyi istediği an elde edebileceği bir ortam yarattı. Bu durumun sonucu olarak da düşünmeyen, hazırcılığa alışan bir nesille karşı karşıyayız. Özellikle HUKUK gibi, MÜHENDİSLİK gibi üst düzey düşünme yeteneği istenen bölümlerde öğrencilerin bocalamalarının asıl sebebi budur.
YÖK'ün aldığı önlem geçici bir önlem. Bu sadece sorunu bir süre daha görmezden gelmemizi sağlar. Gelecekte bizi bekleyen soruna her ne kadar gözlerimizi şimdi yumsak da bunu değiştiremeyeceğiz.


Bir Eşit Ağırlık Öğrencisi Olarak Matematik Dersiyle Olan Sınavım :)

Bu başlığı açmamın temel sebebi, yıllardır gerek derslerine girdiğim öğrencilerim olsun gerek özelden bana mail, whatsapp mesajı vs. ile mes...