24 Ocak 2016 Pazar

NEDEN "HIZLI OKUMA" YAPMALIYIZ?

Son günlerde en çok duyduğum soruların başında geliyor:
"- Hocam, neden hızlı okuma yapmalıyız?"
Gelişen ve değişen dünyada, son 10 yılda neredeyse hiç bir şey eskisi gibi kalmadı. Özellikle akıllı telefonların, tabletlerin, bilgisayarların bu kadar fazlalaşması ve yine bu kadar kolay ulaşılabilir olması, bu teknolojik cihazlara sahip olmayan kimseyi bırakmadı.
Bu teknolojinin mirası da bizlere, dikkat dağınıklığı ya da diğer adıyla hiperaktivite oldu. Geçen 10 yılda neredeyse 10 çocuğun 2'sinde bu duruma rastlanırken, şimdilerde sayı 6-7'ye kadar çıkmış bulunmakta maalesef.
Haliyle bu durumda öğrencilerin okuma ve anlama hızlarını geriletiyor. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki, günümüzde okuma hızı geçen yıllara oranla çok daha düştü ve anlamayı da bir o kadar azalttı. Bu duruma bizzat ben de şahit olmaktayım. Öğrencilerin son yıllarda en çok şikayet ettiği derslerin başında Türkçe geliyor çünkü, neredeyse en fazla zaman harcadıkları ve yine en fazla yanlış yaptıkları ders oldu.
TEOG, YGS, ALES gibi sınavlarda okumaya yönelik soruların hem çok zaman alması hem de çok fazla yanlış yaptırması öğrencileri baya zorlamakta. Bunun önüne geçebilmek için de öğrenciler daha fazla test sorusu çözüyor fakat yine de pek bir ilerleme katedemiyorlar.
Hızlı Okuma Nedir?
Hızlı okuma, ilk defa 2. Dünya Savaşı sırasında İngiliz Pilotların kendi uçaklarını vurmaması için, uçakların üzerindeki harfleri- stres anında da- hızlı bir biçimde okuması için denenmiş. Elde edilen başarı şaşırtıcı derecede yüksek olunca, savaş sonrasında hızlı okumaya uyarlanmıştır.
Normal (vasat) bir okur dakikada 150-200 kelime okumaktadır. Okuma hızı düştükçe -sanılanın da aksine- anlama hızı da düşecektir. (Bir çok öğrenci hızlı okunduğunda anlamadığını savunmaktadır.) Unutmayalım ki, göz hiç bir zaman beyinden daha hızlı çalışamaz.
Hızlı okuma sayesinde, anlayarak okuma hızınızı 2-3 kat geliştirerek tüm okuma sorunlarınızdan kurtulabilirsiniz. Bu sayede hem hızlı okuma yöntemlerini öğrenip hem de okuduklarınızı daha iyi anlayabilirsiniz. Etkili okuma sistemi 4 adımdan oluşup, okuyucu için okuma hızını ve okuduklarını anlama yeteneklerini geliştiren, gereksinim duyulan bilgiye hızlı bir biçimde ulaşmalarını sağlayan bir sistemdir. Uygulamanın tam anlamıyla uygulanmasıyla, 2-5 haftalık bir süre sonunda, okuyucunun hız grafiği ortalama 2-4 kat arttığı gibi, anlama yeteneği de önemli ölçüde yükselir. Bu şu anlama gelir: Hızlı okuma tekniklerini uygulayan bir okur "20 saatte 4 adet 450 sayfalık bir kitabı bitirebilir."
Peki, nasıl hızlı okuruz?
Bir eve yukarıdan bakıldığında bakış net ve kapsayıcıdır. Böyle bir durumda evin odaları bir şey ifade etmiyorken evi olduğu gibi görürüz. Tam bu noktada asıl olan bakış açısı ve onun kapladığı alandır. Aynı şekilde ağaçlık bir arazide, ağaç şekillerini ona ait yer şekillerinde ortalama ne kadar ağaç olduğunu algılayamayız. Hızımız da ifadesiz kalır, ancak bakış açımızı genişlettiğimizde (kuş bakışı) tüm bu özellikleri kavramamız daha kolay olur. Bütün, başlı başına bir tektir. Parçaların toplamı şeklindeki tarif bile yeterli bir ifade değildir. Çünkü her bütün kendisinin parçasıdır. Örneğin; sayfa sözcükler yanında bütündür, kitabın yanında parçadır. Eğer paragrafları parça olarak kabul edersek ve bu tekniklerle çalışmalarımızı hızlandırırsak yol kat ederiz.
Kısacası, okumaya yeni başlayan bir çocuğa, gün gelip de harfleri bir bütün olarak göreceği, tek tek hecelemeden okuyabileceği söylendiğindeki şaşkınlık, çoğu kimse için de "hızlı okumada" yaşanmaktadır. Hızlı okuma bir tekniktir ve çalışmayı gerektirir. İstenildiğinde çok hızlı okuyabilen öğrencilerim olduğu için sizlere, imkansızı değil yapılabiliri anlatmak istedim.

Sedat Yılmaz
Türk Dili ve Edebiyatı
Öğretmeni

20 Ocak 2016 Çarşamba

Ödev vermeyelim peki, ne yapalım?

Milli Eğitim Bakanlığı yayınladığı bir genelgeyle yarı yıl tatilinde öğrencilere ödev verilmemesi gerektiğini söyledi. Genelgenin içerisinde "Yarıyıl tatilinde öğrencilerin dinlenmesi ve ikinci döneme dinlenmiş olarak gelmeleri gerektiği yönünde hatırlatma yapılarak" ödev verilmemesi gerektiği ısrarla vurgulandı.

  Peki dünyada durum nasıl? Onlar nasıl ödevler veriyorlar ya da vermiyorlar?
 - Uluslararası testlerde en başarılı olan Finlandiya’da ‘ödev vermeme yerine az ödev verme’ politikası uygulanıyor. Ülkedeki öğretmenler öğrencilere günde sadece yarım saat harcayacakları ödevler veriyor.
- Testlerde başarılı olan diğer ülkeler Japonya, Çek Cumhuriyeti ve Danimarka. Bu ülkelerde ortalama olarak haftada en az 1 saat ödev veriliyor.
- Ancak Tayland, Yunanistan ve İran gibi ülkelerin öğrencileri dünyada en fazla ev ödevi yapanların arasında olmalarına rağmen testlerde başarısız.
- ABD’de yaşları 6 ila 8 arasında değişen öğrenciler haftada 128 dakika ödev yapıyor. Ortaokul öğrencilerine ise günde 78 dakika ödev veriliyor. Buna rağmen Japon öğrenciler ABD’li öğrencilerden daha başarılı olarak biliniyor.
- İngiltere’de 5 yaşındaki öğrencilere haftada 1 saat ödev veriliyor. Ancak yaş ilerledikçe süre artıyor. 11 yaşındakiler için haftada 3 saat, 16 yaşındakiler için ise haftada 10 saat veya daha fazla ev ödevi veriliyor.
- Fransa’da ilkokul öğrencilerine ev ödevi vermek 1956 yılından bu yana yasak. Ancak yasağı dinlemeyen öğretmenler çocuklara ödev vermeye devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda bu duruma isyan eden bazı aileler yetkililere önlem alınması çağrısında bulunmuştu.
 "Ödev vermek" başarı için gerekli midir?
Ödev kelimesi ucu oldukça açık bir kavram. Bu nedenle de, öğretmenlerin bu kavram altında yaptıkları yorumlar, bazen öğrenciler için işkence haline dönüşebiliyor. Fakat anlatılan derslerin tekrar edilmemesi, öğrenmenin gerçekleşmesi önündeki en büyük engel olacağı da su götürmez bir gerçek.
Nicelik olarak değil de nitelik olarak "dolu" ödevler elbette kazanımları artıracaktır. Fakat klasik anlamda "okuduklarımızdan anladıklarımız" tarzında ödevler artık demode oldu ve öğrencinin ilgisini çekmiyor. Kabul etsek de etmesek de bu çocuklar "tablet nesli" çocukları. Bu çocuklara demode usullerle ödevler verir, eğitim yapmaya kalkışırsak bu çocukları kazanamayıp hemen hepsini kaybedeceğiz. Şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor, "Üzüm mü yemek istiyoruz? Bağcıyı mı dövmek istiyoruz?
Bir gerçek var ki, geçen 10 yıl çok şeyi değiştirdi. Şimdilerde, çok küçük yaşta çocukların bile ellerinde akıllı telefonlar ve süper hızlı internetleri bulunuyor. Bir kaç saniye içerisinde ulaşabilecekleri bir bilgiyi sormanın ve bunları ezberletmeye çalışmanın kimseye bir faydası dokunmayacak. Özetle "balık tutmayı değil, artık balık yemenin bir ihtiyaç olduğunu" çocuklarımıza fark ettirmemiz gerekiyor.
Eğitim sistemi maalesef bir "yük"
MEB'in ödevler konusunda gösterdiği bu radikal çıkışın bir benzerini de sistemin geneli için bekliyoruz. Maalesef müfredatlarımız çok yoğun. Çocuklarımız bu müfredatın altında eziliyorlar. Sonuç olarak da elde kalan yine hiçbir şey olmuyor. Kuru bilgi ezberlemekten öte, uygulamaya ve pratiğe dönük bir müfredatın uygulanması doğal olarak da klasik anlamdaki ödevleri engelleyecek ve böylece de bu şekilde bir genelgeye ihtiyaç kalmayacaktır. Tekeri patlak bir otomobille giderken arabanın başka aksamlarını eleştirmek için henüz çok erken diye düşünüyorum. Öğrencileri de sisteme dahil edebileceğimiz ve "öğrenciye rağmen" bir eğitim-öğretim yapmayacağımız gün inanıyorum ki, gelecekte bizi daha güzel ve aydınlık günler bekliyor olacaktır.
Her şeye rağmen ödev şimdilik şart görünüyor.
Öğretmenlerimiz ödev veremiyor olabilir. Ama bu ailelerin ya da çocukların bizzat takip yapmayacağı anlamına gelmiyor. 2 hafta uzun bir zaman. Sadece dinlenmek ikinci dönemin başından da 1-2 haftanın kaybolmasına neden olacaktır. Nasıl ki futbolcular devre arasında kamp yapıp antrenmalarına devam ediyorlar. Öğrencilerin de dönem arasında hem çalışarak hem de dinlenerek vakit geçirmelerini tavsiye ediyorum.

Sedat YILMAZ
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

8 Ocak 2016 Cuma

Üniversite Seçiminde Hedefin Önemi Üzerine

Ülkemizde  öğrencilerin -maalesef- neredeyse tamamı üniversite sınavına girdikten sonra aldıkları puanlara göre okuyacakları bölümleri seçiyor ya da tamamen ne seçeceğini bilmeden kendilerine bir hedef belirleyerek o bölüme uygun bir çalışma sergiliyorlar. Öğrenci, gelecekte ne yapacağı mesleğin gerektirdiği yetkinlikleri biliyor ne de kendisinin de mesleğe uygun yeteneklere sahip olup olmadığını anlamadan, alelacele mesleği seçmek durumunda kalıyor ve bunun sonucunda da gelecekteki "mutsuz" ve "başarısız" bireyler olarak karşımıza çıkıyor.
Peki, "Hedef" Nasıl Belirlenir?
Öncelikle, kendinize şu soruları sormanızı istiyorum.
Ben "Ne İş" yapmak istiyorum?
Daha sonra,
Bu işi neden yapmak istiyorum?
Devamında,
Bu işi yapmak için ne gibi yeteneğe, bilgiye sahip olmam gerekli?
Bu sorduğum sorular ışığında, başta kendiniz olmak üzere karşınızda alanının uzmanı olduğunu varsaydığınız birisini ikna edecek biçimde, yazılı olarak soruları cevaplayınız.
Uzun bir yazı olmasına gerek yok. Yeter ki "ikna" edebilin.
Eğer bu sorulara tatmin edici cevaplar verebiliyorsanız, ( hatta daha da ötesi mesleği yapan birisine yazdığınız yazıyı gösterin ve fikrini alın. Bakın bakalım o kişiyi de ikna edebiliyor musunuz? ) O zaman işte, siz hazırsınız demektir-ki emin olun- işin zor kısmını çoktan hallettiniz.
Şimdi, gelelim 2. kısma; "üniversiteler ve bölüm" seçimine,
Alt alta 10 üniversite ve bu alanı yapabileceğiniz bölümleri sıralayınız.

1. İstanbul Üniversitesi Hukuk 1. Öğretim Başarı Sıralaması: ...., ......
2.1. İstanbul Üniversitesi Hukuk 2. Öğretim Başarı Sıralaması: ...., ......
3. Marmara Üniversitesi Hukuk 1. Öğretim Başarı Sıralaması: ....., ......
...

Bu şekilde bir sıralama yaptıktan sonra,
Bu sıralamayı yakalamanız için sizin aşağı yukarı kaç net yapmanız gerektiğini hesaplayın, bir kaç farklı planınız olsun.

Plan A

Türkçe ..... net
Sosyal ...... net
Matematik ...... net
Fen ..... net

Plan B

Türkçe ..... net
Sosyal ...... net
Matematik ...... net
Fen ..... net

Plan C
...

Gelelim 3. aşamaya, "ben kaç net yapıyorum?"
Mevcut denemeden yaptığınız netleri sıralayın,

Türkçe ..... net
Sosyal ...... net
Matematik ...... net
Fen ..... net

Yukarıdaki hedef çizelgesinde nerede olduğunuz gördükten sonra, hedefinize uzaksanız "acil eylem" planı oluşturabilir, şayet hedeflerinizi yakalamış durumdaysanız performansı korumak adına bir takım önlem çabası içine girebilirsiniz. ( günlük soru çözme hedefleri, kitap bitirme hedefleri vs.)

Tüm bu saymış olduğum işlemi yapacak bir öğrencinin kazanmama ve başaramama ŞANSI bulunmuyor. Her zaman söylediğim gibi yaptığı işi "PROFESYONEL" yapan öğrenciler kazanacaktır.


3 Ocak 2016 Pazar

Başarının Altın Anahtarı :"Network"

Bugünlerde çok sık duyduğumuz bir sözcük: "Network"
Network dilimize "ağ" olarak çevrilmiştir.
Peki, gerçek manada ne demek  network? Bizim ne işimize yarar?
Atalarımızın bu konuyla ilgili aslında çok yerinde bir sözü bulunmaktadır : "Bir elin nesi var iki elin sesi var."
Siz ne kadar güçlü olursanız olun, artık çağımız bireysel çalışmayı değil grup çalışmasını zorunlu kılıyor. Bireysel çalışanlar adeta kaybetmeye mahkum. Bakın büyük şirketlere, arkalarında çok güçlü bir "ağ"ları bulunmakta.
Sizlere geçen hafta katıldığım bir seminerden aldığım notları paylaşmak istiyorum.
UPS Kargo, Orta Doğu ve Asya Sorumlusu Kasım Engür Bey'in seminerinden,
kendisi başarının sırrını, kendi geldiği yeri ve pozisyonun önemini anlattığı bu seminerde gençlere bir takım ipuçları vermeyi de ihmal etmedi. Şimdi size öne çıkan bir başlığı  paylaşmak istiyorum.
1. Çağımızın zekası IQ değil EQ'dur.
Çağımızda artık empatisi güçlü olan bireyler kazanacaktır. Karşıdaki ne istiyor? Bunu anlayan, ihtiyaca cevap verebilenlerin yüzyılı adeta. Problem çözebilen hatta daha da ötede "problemi fark eden" birey aranıyor. İş başvurularında artık diploma ya da aldığınız sertifikalar ikinci öneme sahip. Sizlerden istedikleri bir problem karşısında üreteceğiniz çözüm yolları. Hatta daha da ileri bir aşama olan "problemi fark etme" safhası.
Şöyle basit bir örnekle durumu ifade etti kendisi,
Problem: "Ekmek yok"
Çözüm: "Ekmek fırınına gidilmeli."
Çözüm Yolu: " Karşı caddede bulunan ekmek fırınına gidilebilir."
Şimdi, başlangıç seviyesinde olanların, çözüm yolu sunulduğunda çözüme gitmeleri beklenir. Bu insanların, aranan eleman olmadığını, sadece kuru kalabalıklar oluşturduklarını ve çok rahat yerlerinin değiştirilebileceğini ifade etti.
İkinci aşamada çözüm yolunu kendisini fark edip sadece hangi fırına gideceğini bilemeyenler için, bunların da yerlerinin doldurulabileceğini ve gelecekte çok ciddi hedefi olanların bulunmak istemeyecekleri bir aşama olduğunu ekledi.
Son aşamada yani problem aşamasında bireylerin problemi verdiklerinde çözüm ve çözüm yolu üretebileceklerini söyledi. Bu insanlar geçen yüz yıla kadar en çok aranan çalışan profiliymiş. Artık günümüzde, bu aşamanın da bir ötesi olan "N'aber?" aşamasından bahsetti. Problemi, çözümü ve çözüm yolunu bulabilen bireylere olan ihtiyaç.
Sanırım, ne demek istediğim anlaşılmıştır. Size hiç bir okul ya da kurum problemi fark etmeyi öğretemeyecektir. Okullar sizlere sadece mevcut bilgileri aktaran kurumlardır. Ve verecekleri de sadece birer diplomadır. Gerisi sizin şahsi gayretiniz ve başarınızdır.
2. Farklı olanı isteyin, farklı olana talip olun.
Elinizin altında her türlü imkan bulunmakta, internet bunların başını çekiyor. Sadece sosyal ağlarda zaman harcamayın. Merak edin. Neyi olursa olsun merak edin. Mesela "Güney Afrika Cumhuriyet'inin Para Birimini" merak edin ya da "Yeni Zelanda'da hangi diller konuşulur?" merak edin. Bu merak size, bir takım kapılar açacaktır. Yapmak istediğiniz işi ya da gelecekte olacağınız kişiyi belirlemekte size yeni bir takım ufuklar kazandıracaktır. Farklı haber sitelerini okuyun, bloglar takip edin hatta daha da ilerisi siz bir şeyler yazın, paylaşın.
3. Bir hobiniz olsun. Size artı değer katacak bir takım faaliyetler içerisine girin.
Çağımızdaki insanlar maalesef tek tip olarak yetişiyor. Başarıyı sadece girdikleri sınavlarda arıyorlar. Bu insanların gelecekte istediklerini elde edebileceğinden şüpheliyim. Çünkü yığınlar arasında, ortaya bir takım farklılık koyamayacaksanız, sizin ne değeriniz olacak ki? Bu soruyu kendinize bir defa sorun lütfen : "Ben gelecekte ne olmak istiyorum.?"
4. Türkiye dışında da ülkelerin olduğunu unutmayın.
Çok uluslu şirketlerde yer almak sanıldığı kadar da zor değil. Hele de o şirketlerde yönetici olmak sanılanın aksine daha ulaşılabilir bir durum. Yabancı dil olmazsa olmaz elbette. Bunun dışında karar verebilme yetisi aranan özelliklerden birisi, risk alabilen bireyler aranıyor. Risk alabilen ve bu risklerin gerektirdiklerini göğüsleyebilen. Biz, Türkiye'de yaşayanların bu konuda diğer ülkelerin insanlarına göre daha cesur olduğumuzu ifade eden Engür, gelecekte bu başarıları hedefleyenleri çok daha başarılı olacağına inandığını vurguladı.

Konuşmasından öne çıkan notlarım bunlardı. Kendisine verdiği bu değerli öğütler için -özellikle- teşekkürlerimi iletiyorum.

Bir Eşit Ağırlık Öğrencisi Olarak Matematik Dersiyle Olan Sınavım :)

Bu başlığı açmamın temel sebebi, yıllardır gerek derslerine girdiğim öğrencilerim olsun gerek özelden bana mail, whatsapp mesajı vs. ile mes...