Eğitimde
istenilen sonuçlara ulaşılıp ulaşılmadığının öğrenilmesi ve geliştirme
faaliyetlerinin yürütülmesi, bu alanda süregelen değerlendirme çalışmalarının
yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ulusal değerlendirmelerin yanı sıra
uluslararası değerlendirme çalışmaları, ülkelerin kendi düzeylerini diğer
ülkelerle karşılaştırma fırsatı yaratmaları açısından önemli bulunmaktadır. Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından düzenlenmekte olan Uluslararası
Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA), bunlardan birisi olup katılımcı
ülkelerin eğitim durumlarını ortaya koyarak, kendi ulusal eğitim problemlerini
belirlemelerine ve yeni eğitim politikaları üretmelerine katkı sağlamayı
hedeflemektedir. (Grek, 2009)
Üç yıllık
aralıklarla düzenlenmekte olan PISA sınavında, zorunlu eğitimin sonuna yaklaşan
15 yaşındaki öğrencilerin topluma aktif katılımları için gerekli olan bazı
temel bilgi ve becerileri ne derecede edindikleri ölçülmeye çalışılırken,
öğrencilerin okulda neyi öğrendiklerinden çok, okulda öğrendiklerini kullanarak
günlük yaşamda karşılaşabilecekleri problemleri nasıl çözdükleri üzerinde
durulmaktadır. (OECD,2004) Türkiye, girmiş olduğu dört PISA sınavında da
ortalamanın çok altında kalarak en başarısız ülkeler arasında yer almıştır.
Türk eğitim sistemi öğrencilerin, pratik hayatta kullanabilecekleri bilgiyi
öğretmekten çok, klasik eğitim anlayışındaki ezberci, salt bilgiyi öğreten
eğitim anlayışını benimsemiştir. Öğrenciler,
öğrendiklerini gerçek hayatta kullanma konusunda çok yetersizlerdir. Aldıkları eğitimin
neticesinde, “neden öğreniyorum?” sorusuna cevap bulamamaktadırlar. PISA
sınavlarının ortaya koyduğu başarı grafiği de Türk eğitim sisteminin ne kadar
yetersiz kaldığını açıkça göstermektedir.
Türkiye’nin
PISA sınavında; okuma, problem çözme, matematik ve fen alanlarındaki ortalaması
her geçen sene artsa da, ortalamanın çok altında kalarak en başarısız 10 ülke
içerisinde yer alması, Türk eğitimin sistemin içerisinde bulunduğu vahameti
göstermeye yeter bir tablodur. Avrupa Birliği’ne uyum süreci ve uluslararası
eğitim normları, küresel boyutta gerçekleşen ekonomik ve teknolojik gelişmeler,
eğitimde kalite arayışı, mevcut sistemin beklentiyi karşılamada yetersiz
kalması ve ekonomik kalkınmayı sağlayacak bir eğitim sistemine kavuşma
isteğinin yanı sıra 2003 ve 2006 yılı PISA sonuçları, genel olarak Türkiye’de
genel olarak eğitim alanında bazı reformların yapılması gereğini ortaya
çıkarmıştır. (Akpınar ve Aydın, 2007). Bu bağlamda, MEB 2004 yılı eğitim
programı reformu çerçevesinde dokuz ilde gerçekleştirilen pilot uygulamanın
ardından giderek yaygınlaşan yapılandırmacı
yaklaşımı merkeze alan; çoklu zekâ, öğrenci merkezli eğitim, bireysel
farklılıklara duyarlı eğitim, sarmal, tematik ve beceri yaklaşımları ile
zenginleştirilen eğitim programları tasarlanmış ve uygulamaya konulmuştur. (
Eğitim Reformu Girişimi [ERG], 2005).
Günümüzde
gelinen nokta, ihtiyaç duyulan bir eğitim sistemi oluşturmak yerine ihtiyaçlara
göre şekillendirilen bir eğitim sistemi olmuştur. Ana iskelet üzerine yapılan
eklemeler ve çıkarmalar, sistemi iyileştirmekten öte, daha da kangren hale
getirerek, içinden çıkılması güç bir duruma sokmuştur. Teorik olarak,
öğretilenler çağın şartlarına uygun ve yeterlidir. Ancak uygulama noktasında,
uygulayıcıların (öğretmenlerin) yeterliklerinin bu sisteme uygun olup olmadığı
incelenmeden, tepeden inmeci bir anlayışla bu sistem oluşturulmuştur.
Eğitimde yeni
arayışlar içerisinde olduğu açıkça görülen Türkiye’de ihtiyaçları karşılamak
adına, masa başında yapılan eğitim sistemlerinden ziyade, sahada uygulamaya
dönük, eğitmen yeterliğine bağlı bir sistemin oluşturulması, çok daha olumlu
sonuçların elde edilmesini sağlayacaktır. Çağın gereksinimlerine daha fazla
gözlerimizi yumamayız, biz her ne kadar küresel ölçekte dünyayı kabul etmesek
de dünya her geçen gün daha da küreselleşiyor.
Sedat YILMAZ
Eğitim Danışmanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder